27 Aralık 2007 Perşembe

İMGE

“İnsan zihni dış dünyanın varlık biçimlerini kendi kendine çıkarmamıştır, dış dünyadan imgelemiştir.” [1]

Yansı Kuramı olarak adlandırılan bu teoremde imge, nesnel gerçekliğin insan zihindeki yansıması olarak görülür. Dış dünyadan duyumlar yoluyla alınan imgeler, insanın düşünce dünyasını oluşturur.

İmge, duyulur bir kaynaktan gelen tasarımdır.

İmge, duyusal ve ussal olmak üzere ikiye ayrılır:

1- Duyusal imgeler; duyumlar, algılar, ve tasarımlardır.
2- Ussal imgeler; kavramlar, önermeler, kuramlar ve varsayımlardır.

Her imge, özneyle nesnenin birliğidir. İmgelem (imagination), imgelerle düşünme, yeni imgeler tasarlama yetisidir. İmgenin yeniden yaratımı (recreation), sanatsal bir edimdir [Work of Art]. İmgeleme, imge oluşturma, bir başka deyişle soyutlama işlemidir. Her sanat yapıtı bir soyutlamadır. Soyutlanmış yapıt, nesnellikten uzaklaşır. Sanatçının ürünü olarak her sanat ürünü farklı düzlemde yeniden yaratılır. Kâğıt üzerinde çizgilenen resime, tuvalde boyayla yaratılan tabloya, taş bir blokken heykele dönüşür. Beste olarak notalara dökülen duygular müzik haline getirilir. Edebi bir anlatıya, şiire yahut romana dönüşür. Yönetmen, senarist ve oyuncudan oluşan malzemeyle, tiyatro yahut bir film olur.

Sanat yapıtı, sanatçı tarafından biçimlendirilir. Biçim yapıtın biricik var oluş nedenidir. Üslup ise sanatçının var oluş biçimidir. Sanatçıyı diğerlerinden farklı kılan üslubudur. Üslup (biçem, tarz), sanatçıyı kendisi yapan, eserlerinin benzerlerinden ayırt edilmesine neden olan, yani sanatçıyı sanatçı yapan özelliğidir.

Soyutlanan, nesnellikten uzaklaşan imgelemin doğada nesnel bir karşılığı bulunmayabilir. Tıpkı sarf etiğimiz sözler gibi, karmaşık duygulara ve durumlara tekabül ederler. Sessizce düşünmeye, güldürmeye yahut avazı çıktığı kadar bağırmaya, izleyiciyi harekete geçirmeye adaydırlar. Coşku yahut bedbinlik; aşk veya nefret ifade ederler. Yargılar, eğitir, azarlar veya isyan ederler, ettirirler…

“O sözler ki, imgelem sonsuzluğunun ateşten gülüdürler” ( A. İlhan)

Sanat yapıtı, diğer ürünler gibi bir emeğin sonucudur. Ancak sanat ürünü, sanatsal bir faaliyetin ürünüdür. Sanatçının emeği, sıradan meta üretimindeki kalifiye yahut vasıfsız emekten daha farklıdır. Benzer yanı, her işin kendisinde gerekli süreç, işin ürün haline gelmesiyle “sona erer”. Bu süreçte insanın yaratıcı etkinliği üründe nesnelleştirilmiş olur. Sonuçta her iki ürün de, tüketim nesnesidir. Ticari bir değeri ifade eder.

Farklılık, sıradan meta (ticari mal) üreten emeğe karşılık, sanat ürününde sanatsal bir emek söz konusudur. Sanatsal yaratımda süreç, algıyla doğrudan bağlantılı olmakla birlikte, ürünün bir yenisini harekete geçirmesi ve yeni bir sanatsal faaliyet sürecinin doğmasıyla farklılaşır. Ortaya çıkan sadece sanat yapıtı olan ürün değildir, aynı zamanda doğanın insanileştirilmesi ve insani duyumlar yaratılmasına da yol açarlar.

Sanat yapıtı, sanatsal bir emek tarafından kotarılır ve yeniden üretim süreciyle oluşur.

Bir sanat yapıtını anlamak, ondan haz almak için de sanatsal algıya gereksinme vardır. Algıyla ilgili olarak bu yetiye beğeni denir.[2]

Müzik eserlerini sevebilmemiz için, önce kulağımızın müzik eğitiminden geçmesi gerekir. Resim konusunda bilgimiz az yahut hiç yok ise, dahi ressamların yapıtları karşısında hiçbir hayranlık duymamamız doğaldır.

Mevlana’nın elmas metaforu (mecaz yahut eğretileme), hem imge açısından güzel bir örnek, hem de imgeyi irdeleyen bir örneklemedir.

“Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez. Ne fark eder ki kör insan için, elmas da bir cam da.”

Engels’le başlayıp Mevlana’ya vardırdığımız konuyu, yine Mevlana’nın bir dizesiyle; her ikisinin de kesiştiği, bakış açılarıyla bitirelim. İşte imge:

“Çirkin de, güzel de kendi elinle kazandığındır." [3]




Ünye, 19 Aralık 2007
Ahmet Derya Varilci


Dip notlar:

[1] Engels, Doğanın Diyalektiği adlı yapıtında imgeyi böyle tarif eder.

[2] Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Moissej Kagan “Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat”

[3] Mevlana Celaleddini Rumi, Mesnevi, III/ 3458-65