1 Ekim 2025 Çarşamba

Kumsal ve Beton

 


Kumsal ve Beton

 

Geçen haftaki “Yalı Kumsalı Kutsaldır, Dokunulamaz!” adlı yazımıza, çoğu olumlu bazı eleştiriler aldık. Karadeniz Arkeolojisi’ne bu hafta da ara verip konuya devam edeceğiz.


 

Ünye Kumsalı Ne Zaman Oluştu?

 

Kum, kayaçların rüzgâr, su ya da buz gibi bir dış etkenler vasıtasıyla aşınması sonucu oluşur. Kumun en yaygın bileşeni silika (Silisyum dioksit, SiO2) olarak da adlandırılan kuvarstır. Kumun oluşumu bazı durumlarda binlerce yıl sürebilir, bileşimi, yerel kayaların bileşimine bağlı olarak bölgeden bölgeye değişir. Kum, bölünmüş kaya ve mineral parçacıklarından oluşan granül bir malzemedir. Çakıldan daha ince ve siltden daha kaba olur.[1]

Ünye kumu, daha çok şehrin her iki tarafında; Batı ve Doğu kıyılarında bulunur. Uzunkum plajları, bölgenin en gözde kumuyla tanınır.

Kent merkezindeki kumsal ise 60’lı yılların başında görülür. Sahil Yolu yapımından sonra denizin gerilemesiyle ortaya çıkmıştır. O yıllara denk gelen çocukluğumuz, “köprü” dediğimiz Yeni İskele’nin sahilinde geçti. Kıyıdaki Tombul Kaya, denize atladığımız ilk yerdi. Sonra Sivri Kaya’ya terfi ederdik. Orası daha yüksek ve denize dik tepe atlayabileceğimiz kadar derindi. Daha sonra köprünün üçüncü direği, dördüncü direği gelirdi. Ardından köprünün başına kadar gider, denize kelebek atladığımız ilk gençlik yıllarımıza “merhaba” derdik.[2]    


Kumsal neredeydi
? Hemen yan tarafta; Askerlik Şubesi karşısındaki kıyı kumluk alandı. Orada kumlara yatar, güneşlerdik. Çocukluğumuz o kumların üzerinde geçti. Kumsal ile Sahil Yolu arasında, Parkın devamında Çocuk Parkı vardı.[3]

Bizim kuşağın istisnasız tüm elemanlarının be bizden öncekilerin (Ferhan Şensoy dâhil), bu kumsala ait mutlaka bir anısı vardır.[4]

Sonra Yalı Kumsalı gelirdi ki, bu alan daha çok balıkçılara aitti, kayıkların barınağıydı.

1970-71 Hulusi Sağlam ve Kalebozu sahilinde futbol.  

Bir zamanlar güneşlediğimiz kumsal.

Eylül 2025 Yalı Kumsalına Dokunma!

 

Kum Neden Önemli?

 

Sahil kentlerinde oluşan kıyı kumsalları günümüzde özel koruma altındadır. Sadece kentin güzel görünmesi amacıyla değil, kıyı şeridi boyunca uzanan yatay ve doğal oluşumlar halk sağlığı açısından da tercih edilen alanlardı.

Deniz duvarları, dalgakıranlar, iskeleler ve diğer kıyı sabitleme yapıları, şehrin kıyıları üzerinde muazzam etkilere sahiptir. Kıyı yapıları, deniz dalgalarının, akıntıların ve kum hareketinin etkilerini kontrol altına almak için inşa edilir. Genellikle kum kaybeden kumsalda, sığlaşan koylarda "koruma" amaçlı hareket edilir. Denize yapılan bilinçsiz müdahaleler, dolgu vb. işlemler kıyı erozyonuna neden olur ve zamanla sahili bataklığa dönüştürebilir.

Karadeniz’de deniz tuzu oranı düşük ve hava rutubetli olduğundan, kumsalın denizden uzak kısımları yeşil bir örtüyle kaplanmaktadır. Bu kısmı bahane ederek, zaten kumsalın yeşillik alana dönüştüğü, kum kalmadığını söyleniyor.

Kumsalı ihmal edersen, çöp içinde bırakırsan elbet te kötü olur. İstenen bu olmamalı. Betonlamak çözüm değildir. Kumsalın temizliği yapılarak, arındırma ve tarama yöntemiyle kum kalması sağlanabilir.

Yalı sahiline ille bir şey yapılacaksa, kaldırımı daraltan bisiklet yolu kaldırılıp başka bir yere taşınır. Kaldırım kenarları çiçeklendirilebilir, ağaçlar elden geçirilir.

Güzelleştirme böyle olur.    

Zaten kıya çekilmiş balıkçı kayıklarıyla ve özel botlarla Ünye Yalı Sahili, Ege ve Akdeniz’in marinaları gibi örnek kıyılarımızdandır. 

 

Betona Karşı mıyız?

 

Beton, çakıl, kum, çimento gibi "agrega" denilen maddelerin bir bağlayıcı madde ve su ile birleştirilmesinden meydana gelen inşaat malzemesidir. Çağdaş toplumların temelini oluşturan en önemli yapı malzemelerinden biridir.

Bu nedenle betona karşı olmak, mümkün değildir.

Ancak plansız, anormal ve gereğinden öte beton kullanımı, doğayı öldürmek anlamına gelir. Tıpkı toksikolojide vücudun taşıyamayacağı miktarda alınan her maddenin “zehir” tanımına girdiği gibi, betonun da fazlası zararlıdır, doğayı katleder.[5]

Beton, kullanılan bağlayıcının cinsine göre adlandırılır. Çoğunlukla Portland çimentosu kullanıldığından “Portland çimentosu betonu” olarak tanımlanır.

Yaşadığımız çağda konutlar, yapılar, yollar, köprüler, barajlar, santraller, istinat duvarları, su depoları, limanlar ve havaalanları gibi birçok yapı çoğunlukla betondan yapılır.

Günümüzde dünyada her yıl 10 milyar m3’ten fazla beton üretilmektedir.

Bu miktar dünya nüfusuna bölündüğünde kişi başına yıllık 1,25 m3 (yaklaşık 3 ton) beton üretildiği ortaya çıkar.

Bu da betonu sudan sonra en çok üretilen ve tüketilen malzeme yapar.

Ekmek hesabına vurursak, dünyada kişi başına üretilen ve tüketilen ekmek miktarı, beton miktarının ancak sekizde biridir.

 

Betonun Tarihi  

 

Eski Mısırlılar kil harcını piramitlerin yapımında kullanmıştır. Harç kireç taşının (CaCO3) ısıtılması ve karbondioksit gazının (CO2) çıkarılması ile elde edilmektedir.

Horasan harcı ise, kireç ve tuğla-kiremit kırıklarından yapılır. Bağlayıcı malzeme kireçtir. Agrega (dolgu) olarak tuğla ve kiremit kırıkları kullanılır. Pozolanik özelliğe sahip olmasından dolayı hidrolik olup, sulu, nemli ortamlarda da tercih edilir.[6]

Horasan harcının Mısır’daki Gize piramitlerinde ve Asur şehirlerinde kullanıldığına dair bulgulara rastlanmıştır.

“Horasan” kelimesi İran’ın doğusunda yer alan Horasan bölgesinden gelmektedir.

Horasan harcı Roma döneminde “cocciopesto”, Hindistan’da “surkhi”, Arap ülkelerinde “homra” diye bilinir.

Horasan harç ve sıvaları Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemi yapılarında, İstanbul’da Ayasofya, Süleymaniye camileri, Rumeli Hisarı, Sultanahmet külliyesi gibi tarihi yapılarda, sarnıç, su kemerleri ve hamamlarda kullanılmıştır.

Su ile sertleşen hidrolik çimentonun bulunuşu Romalılara kadar uzanır.

Romalılar kireç hamurunu, pozolanik volkanik küle karıştırmaktaydılar. Bu amorf silisten oluşan pozolan, suyun mevcudiyetinde alkali ile kimyasal olarak reaksiyona girerek silis jeli olarak sertleşir. Pozolan kelimesi, maddenin bulunduğu Pozzuoli isimli İtalyan kasabasından gelmektedir.

Bu anlamda Romalılar, günümüzde kullanılan çimentonun ilk mucidi ve kullanıcısı olarak kabul edilir.

Bu konuda ilk patent İngiliz James Parker'e 1796'da verilmiştir. 1824'te de İngiliz duvarcısı Joseph Aspdin kireç taşını kille yakarak bir bağlayıcı madde, çimento elde etti. Portland Adası'ndaki kireç taşına benzediği için Portland çimentosu ismini verdi. Bundan sonra yapılan evler barajlar yollar çimento karıştırılan agregalarla (kum, çakıl veya kırma taş karışımı) yapılmaya başlandı.

 

Kum vs Beton

 

Betonun en önemli dolgu maddesi kumdur.

Kum akarsuların aşındırdığı kayaçlardan yahut deniz dalgalarının biriktirmesiyle kıyılarımızda kumsal olarak açığa çıkar.

Binlerce yılda oluşan kum taneciklerinin üzerine beton dökerek, kumsallarımızın yok edilmesi ne anlama gelir?

Betonu oluşturan en önemli malzeme kumdur, kum taneciklerinden oluşan kumsalları betonla yok ediyoruz.

Tıpkı bir kartalın, kartal tüyü ile imal edilmiş bir ok tarafından vurulması gibi.[7]

Betonun, hayatımızın en önemli tüketim maddesi olması nasıl açıklanır?

İnşaat sektöründeki inanılmaz artış, konut açığı yahut memleketin imar ve iskân durumuyla açıklamak mümkün değildir.   

Geriye tek şey kalıyor:

Rant kapısı olarak beton elverişli bir araçtır.

Bundan dolayı sürekli betonlaşıyoruz!


 

Önemli not: Geçen hafta Atatürk Parkı ile Ünyelilerin “köprü” dediği iskele arasındaki 200 metrelik kumsal, henüz yakın bir tarihte betonlaştırıldı. Mevcut kaldırıma paralel, yaklaşık 7 metre genişliğinde beton döküldü.” diyerek, yanlış bilgi vermişiz, özür dileriz. Eski kaldırıma paralel dökülen yürüyüş yolu (ek kaldırım), en az 25 metreymiş. Araya çiçeklendirilen bölümler konulmuş olsa da iki kez müdahale edildiği için kumsalın 25-30 metre genişliğinde kıyı kesimi sessiz sedasız betonlaştırılmıştır

 

01.10.2025, Ünye Kent
https://www.unyekent.com/kose-yazilari/kumsal_ve_beton-5568.html


Dipnot:

[1] Silt, akarsuların taşıdığı alüvyonlardan oluşur. Kum tanelerinden daha küçük; 0,002 ile 0,1 milimetre arasındaki alüminyum silikat taneleridir.

[2] Aynı serüveni bizden sonraki kuşakların da yaşadığına tanık olduk. Kendisini rahmet ve özlemle andığım sevgili Hulusi Sağlam’dan aldığım kitaptan öğrendim; Aşkın Rengi İle İstavritin Rengi Aynıdır. Yazarı, Ayhan Nadi Düzkaya. Oldukça yakından tanıdığım bir alenin üyesi; Ünye Ortaokulu’nda beraber okuduğumuz, sevgili arkadaşım Aydın Düzkaya’nın küçük kardeşiymiş kitabı yazan kişi... İleride belki O’ndan da bahsederim.

[3] Güneşlediğimiz o kumsalda şimdi bir lokantanın servis masaları var, çocuk parkının olduğu yerde ise lokantanın kendisi.

[4] Ferhan Şensoy’un annesinin evi Şube’nin yanındadır. Ferhan galiba bir televizyonda söyleşi programında anlatmıştı: “Karşıdaki kumsalda denize girerdik. Giydiğim çizgili şorttan takip ediyorlardı beni. Biraz derine gidecek olsam, evden sesleniyorlardı, “Açılma Ferhan, kıyıya dön!” diye.

[5] Aynı şekilde nükleer enerjiye de karşı değiliz ama kâr amacı güttüğü için gerekli emniyetten yoksun nükleer santrallere “hayır!” diyoruz.

[6] Pozolanik özellik, su ile sertleşen hidrolik bağlayıcılarda mevcuttur. Amorf silisten oluşan pozolan, su ile temasa girdiğinde silis jeli olarak sertleşir. Romalıların buluşu olan bu malzeme, Pozzuoli isimli İtalyan kasabasında keşfedilmiştir.

[7] Doğası gereği kartallar yüksek uçar ama bir gün usta bir avcının oku gelir onu bulur. Son bir hamleyle kendisini vuran oka bakan kartal, oktaki tüyleri görünce bir zamanlar tüylerin bir kartala ait olduğunu düşünür.