31 Temmuz 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Kaşkalar

 


Karadeniz Arkeolojisi – Kaşkalar

 

Kaşkalar, Karadeniz’in bilinen en eski insan topluluğudur. Orta Karadeniz’in dağlık kesiminde yaşayan bu insanlar, Hitit metinlerinde Gašga, Kašga, Kaška adıyla anılır ve Kuzey’den gelen yağmacı, istilacı kavimler olarak kaydedilmiştir.

Hitit tabletlerinin bulunması ve deşifre edilmesi sayesinde varlığından haberdar olduğumuz bu kavme ait yeterli arkeolojik bulguya rastlamak mümkün olmamıştır.

Kaşkalardan II. Ramses yazıtlarında KškšAsur kaynaklarında māt Kašku diye söz edilir. Ugarit dilinde ise ktk olarak geçer.


 

Kuzey’in “Barbar” Kavmi

 

Bronz Çağı’nda “barbar” olarak nitelendirilen halklardan Kaškalar, Hatti ülkesine yaptığı saldırılarla ve tarım alanlarını yağmalarıyla tanınır. Aslında bu yağma hareketleri bulundukları coğrafyanın yapısı ile doğrudan ilişkilidir. Öyle ki Kaška ülkesinde tarım alanları azdır. Mevcut tarım alanları da çekirge istilalarına uğramaktadır. Bu sebepten dolayı Kaškalar, Hattuša’nın kuzeyinde bulunan verimli tarım arazilerini yağmalayarak, ihtiyaç duydukları gıda maddelerine kolay bir şekilde ulaşmak isterler. Bununla birlikte yaylacı bir yaşam tarzına sahip olan Kaškalar için tarımdan ziyade hayvancılık daha önemlidir. Ayrıca Kaškalar için madencilik de önemli bir yere sahiptir. Kaška ülkesi maden kaynakları açısından zengindir ancak ticari faaliyetleri Hititler tarafından sınırlandırılmıştır.

Başlıca uğraşları çobanlık, dokumacılık ve profesyonel askerlik olan Kaškaların dağınık bir kabileler topluğu olduğu, merkezi bir otoriteye bağlı olmadıkları ve Hitit ordusunda görev yapan Kaška askerlerinden söz edildiği bilinmektedir.

Kaškalar hakkında verilen bilgilerin kaynağı Hitit tabletleridir. Spekülasyona açıktır, Hititlerin sübjektif değerlendirmelerine dayanır. Objektif bakış açısıyla değerlendirirsek, Kaškalar da yaşadıkları topraklara sefer düzenleyen Hititleri “barbar” olarak nitelemiş olabilirler.


 

Hitit Metinlerinde Kaškalar

 

Kaška ismine eski krallık devrine ait belgelerde rastlanılmaz, bunun yanında III. Hattuşili ve IV. Tuthaliya dönemine ait belgelerde Kaşkaların Hitit İmparatorluğu'nun daha eski dönemlerindeki varlığından bahsedilir. Kaškalardan söz eden çiviyazılı belgelerin çoğu Hattuša (Boğazköy), Tapigga (Maşathöyük) ve Šapinuva’da (Ortaköy) bulunmuştur.

Kaškalar İlk Tunç Çağı’ndan Demir Çağı’na, bir başka deyişle Assur Kolonileri Dönemi’nden Grek Kolonileri Dönemi’ne kadar Karadeniz’de varlığından söz edilen bir kavimdir. Hiti tabletlerinde ve Mısır kaynaklarında yer alan bilgilere göre, Kaškaların Hitit topraklarına ilk kez, I. Hantili (MÖ 1590-1560) döneminde saldırdıkları ve bu saldırıların Hitit devleti yıkılıncaya kadar devam ettiği anlaşılmaktadır.

 

Kaşkaların Kökeni

 

Kaškaların Anadolu’nun yerli halkı olup olmadıkları ya da ne zaman, nereden geldikleri ve neden Orta Karadeniz’e yerleştikleri bilinmemektedir. Bu kavmin kendileri hakkında ne dediği, kendilerini nasıl tanımladıkları belli değildir.

Kaškaların etnik kökeni hakkında iki görüş ileri sürülür; biri Hatti kökenli oldukları yahut onlarla akraba oldukları biçimindedir. Bu görüşün en önemli dayanağı, Kaška tanrı isimlerinin Hatti tanrılarına olan yakınlığıdır. Bu durumda Kaškaların Hititlerle savaşını, dışarıdan gelen işgalci güçlere karşı bir direniş hareketi olarak görmek gerekir.

Diğer görüş, Kaškaların, Anadolu’ya dışarıdan geldikleridir.

Kaskaların konuştuğu dil bilinmemektedir. Sadece kişi ve yer adları bilinen bu kavmin kökenleri de çözülememiştir. Kaškaların dili üzerine bilinen sınırlı malzemenin Hititçe kişi ve yer adlarıyla benzeşmesine karşın, Kaška dilinin kökenini ve Hititçe ile akrabalık ilişkilerini açıklayacak yeterli veri bulunmamaktadır.

Öte yandan Kaškaların Batı Kafkasyalı oldukları varsayımı ileri sürülmüşse yeterli kanıt bulunamadığından kabul görmemiştir.


 

Lokalizasyon (Yerleşim)

 

Kaška aşiretlerinin MÖ 2. binyılda Hatti ülkesinin kuzey kesiminde yaşadıkları bilinmektedir. Ancak Kaška ülkesinin lokalizasyonu kesinlik kazanmış değildir. Genel kabul edilen görüşe göre Kaška ülkesi, hemen hemen günümüzün Orta Karadeniz bölgesine tekabül etmektedir. (Leyla Murat, 1998, s. 443.)

Kaška ülkesinde bulunan Kuzey Anadolu Dağları, yalnızca birkaç dar kıyı ovası bırakarak dik bir şekilde Karadeniz’den yükselir. Orta plato ırmakları, birkaç yerde Kuzey Anadolu Dağları arasından geçerek, büyük ölçekli tarımın mümkün olduğu geniş alüvyon yelpazeleri yaratmıştır. Bunların arasında en önemlileri, bugünkü Samsun yakınlarındaki Çarşamba ve Bafra’dır. Çarşamba ve Bafra ovaları yörenin yiyecek depolarıdır. Diğer taraftan Kuzey Anadolu Dağları’nı geçmek bugün bile zordur. Kıyıyı hinterlanda bağlayan çok az sayıda yol vardır ki bu yapı kuşkusuz geçmişte daha belirgindi. Bölgenin bu coğrafi yapısı Kaškaların yaşam tarzını şekillendirmiştir. (Harmankaya, 2002: 20)

Anadolu’nun özellikle dağlık bölgelerinde yaşayan tüm toplumlarında olduğu gibi Kaškalar da belirli aylarda yaylacılık faaliyetlerinde bulunuyorlardı. Kaškaların neredeyse hiç arkeolojik materyal bırakmamalarının sebebi de onların yaylacı yaşam tarzı ve bu kültüre sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. (Yakar, 2008: 821)

 


Kaškaların Yaşam Tarzı

 

Kaškalar yarı göçebe topluluklardır ve yaylacı yaşam tarzını benimseyen dağınık aşiretlerden oluşurlar. Onlar için Hititler, barbar anlamına dampupi ifadesi üretmişlerdir. Bu barbarlık “göçebelikten” ziyade “teşkilatsızlık” ya da “devletsizlik” gibi bir anlam taşır.

Hititlerin Kaška tarım arazilerini yaktıkları bilindiğine göre, Kaškaların da tarım yaptığı anlaşılmaktadır. Ancak tarım alanları sınırlıdır ve çekirge istilalarına uğramaktadır. Yaylacılık yaşam tarzı gereği tarımdan çok hayvancılıkla uğraşmaktadırlar. Bir Maşathöyük mektubunda: “..daha ekinler olgunlaşmadı. Kaška’da çekirgeler ekini yedi. Onlar da (Kaškalar) Gašipura’da senin ekinlerine saldırıyorlar” denilmektedir.

Kaškaların yaşadığı coğrafya maden kaynakları bakımından oldukça zengindir. Küre bakır kaynaklarına; Ünye ile Fatsa arasındaki bölge, kurşun ve gümüş kaynaklarına; Gümüşhacıköy de önemli gümüş kaynağına sahiptir. (Bkz. Jak Yakar, 2008: 821.) Maden endüstrisindeki yetenekleri, savaşçı bir topluluk oldukları ve ürettikleri silahlarla kendini açığa çıkarmaktadır.

Üretimin diğer kollarında ve ticari alanda oldukça geri konumdadırlar. Bunun en büyük nedeni Hitit ambargosudur.

Hitit metinlerine göre Kaškalar, yeme içme ve eğlenceye düşkün bir halktı. Hititler onların yemek yeme alışkanlıklarından şikâyetçidir. (Ünal, 2003: 49.) Şarap onlar için vaz geçilmek içeceklerdendir. Eğlenceye düşkün olmaları Hitit devletinin askerlere sunduğu eğlence olanakları nedeniyle Kaškaların Hitit ordusunda görev yapmayı kabul etmelerinde etkili olmuştur.

 Kaška yerleşimleri ahşap mimariye dayanır. İkiztepe kazılarıyla kesinleşen mimari olguya göre, Karadeniz halkları bölgede rahatlıkla elde ettikleri kalın ve ince tomrukları üst üste yerleştirip çantı tekniği ile birbirlerine çatarak evlerinin duvarlarını oluşturmuşlardır. Bu nedenle yaşam alanlarına ilişkin arkeolojik verilere ulaşmak oldukça zordur.

Dini inançları bölgedeki diğer kavimlerle paralellik göstermektedir. Kaškalarda da Hititler ve Luvilerde olduğu gibi Fırtına tanrısı baş tanrıdır. Çiviyazılı metinlerde Fırtına tanrısı, Hititçe Tarunna-; Hititçe veya Luvice Taru-, Tarun-; Luvice Tarunda-; Hurrice Teššub olarak geçmektedir. Ancak Kaškaların bu tanrıya ne dedikleri bilinmiyor.

Kaškalarda, “mimari tapınak” anlayışının bulunmaz. Kuzey Anadolu Dağları tapınak vazifesi görmekteydi. Su kaynakları da onlar için kutsaldı.

Ay Tanrısı Kašku

 

Kaška Hitit İlişkileri

 

II. / III. Tuthaliya zamanında Hatti topraklarının büyük bir kısmının düşman saldırısına maruz kaldığını ve Kaškaların Kızılırmak’ı geçip Kutsal Nerik Kentini kendine sınır yaptığını öğrenmekteyiz. Nerik kentinin ele geçirilişi ve Başkent Hattuşa’ya yapılan saldırılar sonrası Hitit krallığı başkentini Šamuha adlı bir kente taşınmıştır. Bu saldırılarından nasibini alan bir kentin de Çorum il sınırları içinde yer alan Eskiyapar olduğu anlaşılmaktadır. Eskiyapar’ın Orta Hitit Çağında Kaškaların saldırılarından dolayı yangınla tahrip olduğu düşünülmektedir.

I. Şuppiluliuma döneminde ise Šamuha bölgesinin yakınlarındaki Kaška gruplarına karşı harekât düzenlenerek geri püskürtülmüş ve yağmalanmışlardır. I. Şuppiluliuma dönemi yoğun Kaška isyanları ve onların egemenlik altına alınmasıyla sürmüştür.

II. Murşili döneminde Hitit saldırıları artmış, Kaškalara ağır kayıplar verdirilmiştir.

Muwatalli döneminde Kaška saldırıları III. Hattuşili’nin ve Muwatalli’nin ortak çabaları sonucunda geri püskürtülmüştür.

III. Hattuşili döneminde Kaşkalara ağır kayıplar verdirilmiş ve karşılıklı barış sağlanmıştır. IV. Tuthalya döneminde de süren barış Batı Anadolu’daki Arzava ve Viluşa kentlerinde çıkan isyanlar nedeniyle bozulmuş ve yeniden Kaška saldırıları başlamıştır.

III. Arnuwanda’dan sonra Hitit imparatorluğunun son kralı II. Şuppiluliuma tahta geçti. Kaška saldırılarının yanı sıra yaşanan şiddetli Ege göçleri, kuraklık ve kıtlık, insan gücü eksikliği, Hitit imparatorluğunun yıkılmasında büyük bir etkiye sahip olmuştur Ahmet Ünal’a göre Hititler ağır vergi yükü ve askeri baskı altında kalan yerli Anadolu halkının önderlik ettiği bir isyan sonucu dağılmıştır.

İç Anadolu Demir Çağı’nın ilk dönemi önceleri “Karanlık Çağ” olarak adlandırılıyordu, çünkü Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışından sonda yaklaşık 300 yıl devam bu dönemde hiçbir yerleşme görülmüyordu. Şimdi bu döneme tarihlenen çeşitli yerler saptanmıştır. Hattuşa’nın kuzeydoğusundaki Büyükkaya yerleşmesi de bunlardan biridir. Yerleşmede Hititlerden bildiğimiz pek çok özelliğin eksik olduğu görülür. Örneğin seramik kapların üretiminde büyük ölçüde çömlekçi çarkı seri üretim aracı olarak kullanılmıştı. İlkel barınaklarının Hitit Mimarlığı ile ortak hiçbir yanı yoktu ve yazı kullanmıyorlardı.

Hitit İmparatorluğu çöktükten sonra yerli (kuzey) Anadolu boyları, Eski Hitit çekirdek bölgesine sızarak ülkeyi ele geçirmişlerdir. Bu insanların sözü edilen Kaškalar olma olasılığı vardır.

 

Sonuç

 

Hattilerin Ay tanrısı, Kašku adını taşımaktadır. Kaška isminin Ay tanrısından türemiş olduğu varsayılmaktadır. Hitit metinlerinde, Kaškaların ayın gökyüzünde yer aldığı gecelerde baskın yaptığından bahsedilmesi, Hititlerin korkulu rüyasının Kaškalar olduğunu göstermektedir. Hitit imparatorluğunun dağılmasının ardından Kaška topluluklarının Asur sınırlarına kadar ilerlediği ve çevre krallıklarla birlikler kurdukları, en sonunda Asur baskınları ve Kimmer istilası sonucunda tarih sahnesinden silinmişlerdir.

 

Kaynaklar:

Ahmet Ünal, 2002. Hitit Devrinde Anadolu I, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

Ahmet Ünal, 2003. Hitit Devrinde Anadolu II, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

F. Gülden Ekmen, Hamza Ekmen, S. Fidan, Hititlerin Batı Karadeniz Bölgesinde Yaşayan Komşuları hakkında Yeni Bulgular, Anadolu Arşivleri, 2021, S. 59 – 96

Kürşat Bardakcı, Eski Anadolu’nun Barbar Halkı Kaşkalar, Doktora Tezi, Oannes Dergisi

Leyla Murat, 1998. “Hitit Dünyasında Gašgaların Yeri”, IX. Uluslararası Hititoloji Kongresi, Eylül 1996, Çorum

Leyla Murat, (2016). Anadolu’da Kaškalar. Ankara: Hel Yayınları

Jak Yakar, 2008, “The Archaeology of the Kaška”, 6.Congresso Internazionale di Ittitologia, SMEA 50.

Savaş Harmankaya, 2002. “Türkiye’nin İlk Tunç Çağı Araştırmaları Üzerine Bir Değerlendirme”, TAY 4,

Sedat Alp, Hititler Devrinde Anadolu, TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları, İstanbul 2002.

Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu I.-II. İstanbul, 2003, Arkeoloji ve Sanat Yayınları

Marc Desti, Anadolu Uygarlıkları, 4. Baskı, 2019, Dost Kitapevi

Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, 2. Baskı, 2017, Phoenix Yay.

Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, 2. Baskı, 2019, Phoenix Yay.

31.07.2024, Ünyekent

24 Temmuz 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Hititler

 


Karadeniz Arkeolojisi – Hititler

 

Karadeniz Arkeolojisi, Hititlerin tarih sahnesine çıktıkları dönemi farklı bir kategoride ele alır. Kalkolitik Çağ sona ermiş, yazısız dönemden tarihin başladığı yazılı dönemlere geçişmiştir. Mübadele (ticari mal değişimi) artmış, savaş ve göçler kitlesel boyuta ulaşmıştır.

Hititlerin Avrupalı bir kavim olduğu ve Anadolu’ya Kafkaslar üzerinden geldikleri kabul edilir. Dolayısıyla Karadeniz kıyısında, özellikle Orta Karadeniz’de Hititlerin izlerini sürerken, Batı Karadeniz’de de var olduklarını gösteren bulgura rastlanmaktadır.

Örneğin Batı Karadeniz kıyısında bulunan İnönü Mağarası kazılarında, III. tabakaya ait ahşap tabanlar açığa çıkarılmıştır. Bu tabanlar üzerinde metalden yapılmış çok sayıda alet, süs eşyası ve silah ele geçmiştir. Yine aynı kontekste, iyi korunmuş bir adet tunç boğa heykelciği ve bir adet pişmiş toprak heykelcik bulunmuştur. Heykelcik başı, stil olarak Hitit tasvir sanatından tanınan insan tasvirleri ile benzerlik göstermektedir. Üstelik buluntuların karbon örnekleri M.Ö. 1431-1285 ile MÖ 1295-1123 aralığını vermektedir. Bu bağlamda Batı Karadeniz Bölgesi’nde önceki yıllarda tesadüfen ele geçen Geç Tunç Çağı’na ait bazı tekil bulgulara ek olarak, ilk kez sistemli kazılarla, tanımlı tabakalarda bulgular elde edilmiştir. Söz konusu bulguların Hitit kentlerinde ele geçen örnekler ile yakın benzerlik göstermesi, Batı Karadeniz Bölgesi’nin Hitit Ülkesi ile uzun yıllardır sorgulanan ilişkisi hakkında ipuçları sunmaktadır. Ayrıca, Hitit belgelerinde adından sıkça söz edilen Kaşkalar ve Pala-Tum(m)ana eyaletlerinin bölgedeki olası lokalizasyonları tartışılmaya başlanmıştır.

Aynı dönemde Kuşşara (Alacahöyük) ve Neşa (Kültepe) şehirlerinin kralı olan Anitta'ya ait metinlerde, Orta Karadeniz kıyısındaki Zalpuwa kentinin ele geçirildiği ve kuzey topraklarına seferler düzenlendiğini yazmaktadır. I. Hattuşili'nin askeri seferlerini anlattığı bir metinde, Kaşkaların adı geçmemekle beraber, Kaşkaların hâkimiyet alanında bulunan Šanahuitta ve Zalpa'ya seferler düzenlediği anlatılır. Hattuşili, bu seferlerden sonra Anadolu'da siyasi birliği sağlamış ve nihayetinde Kuzey Suriye'ye yönelmiştir.

Kaşka ismine eski krallık devrine ait belgelerde rastlanılmaz, bunun yanında III. Hattuşili ve IV. Tuthaliya dönemine ait belgelerde Kaşkaların Hitit İmparatorluğu'nun daha eski dönemlerindeki varlığından bahsedilir. III. Hattuşili’nin kutsal Nerik Kentinde ayinler yaptığı ve Fırtına Tanrısına adaklar sunduğu Hitit tabletlerinde yazmaktadır. Yaklaşık 200 yıl Kaşkaların elinden geri alınamayan kutsal Nerik kentinin, 2015 yılı kazılarında Samsun ili Vezirköprü ilçesi yakınındaki Oymaağaç Höyük’te olduğu anlaşıldı.

Ünye Kalesi ve çevresinde yapılması muhtemel bir arkeolojik kazıda Hitit varlığına rastlamak sürpriz sayılmamalıdır. Değerli öğretmenin Merhum Osman İrfan Işık’ın yıllar önce sık sık ifade etmiş olduğu gibi, kapsamlı bir kazıda Hitit yapısı potern yahut benzeri buluntulara karşılaşabileceğimizi zannediyoruz.

 




Anadolu’da Hitit Çağı

 

Anadolu’da MÖ. 1.650 – 1.200 yılları Hitit Çağı olarak bilinir. Anadolu’nun ilk merkezi gücü Hititler Avrupalı bir kavimdi. Neden Karadeniz’in kıyı kesimini yahut dağlık bölgelerini tercih etmemişlerdi? Çünkü geldikleri bu topraklarda kendilerinden daha üstün bir medeniyet kurmuş olan Hattiler vardı, onların kültürlerinden etkilendiler.

Alacahöyük’te ele geçen Güneş Kursu, boğa ve geyik figürinleri önceleri Hititlere mal edilse de Hattilere ait olduğu ortaya çıktı. Dini törenlerde Hatti inancını sürdürüyor, ibadetlerini onların diliyle yapıyorlardı.

Hititler MÖ. 13. Yy. ’da en görkemli dönemini yaşadı ve birçok ülkeyi yasal olarak kendine bağladı. Kendilerini “bin tanrılı halk” olarak tanımlıyorlardı. Yendikleri komşularının tanrılarını kızdırmaktansa adlarına tapınak inşa ediyor, onları kendi tanrıları arasına katıyorlardı. En amansız düşmanları Karadeniz’in kıyı kesiminde düzensiz göçmenler olarak yaşayan Kaşkalardı. Anadolu’da Son Tunç Çağı’nda kendilerine “Nesili” diyen ve Nesice konuşan Hititler, Orta Anadolu’da bir dünya imparatorluğu kurdular. Başkent Hattuşa’daki devlet arşivlerinde bulunan 25 bin tablette mitolojiden tıbba, dinden hukuka çeşitli konular kaydedilmişti.

Hititlerin Kökeni ve Hatti Ülkesinin Fethi

 

Hitit etnisitesi, konuştukları dile göre Hint – Avrupalı bir topluluk olduklarını göstermektedir. Ancak söz konusu olan kitlesel bir istila değil, belirgin arkeolojik izler bırakmayan ve MÖ. 3. Binin son yüzyılları boyunca işleyen yavaş bir yerleşme sürecidir. Anadolu kökenli olmayan bu halk, öncülleri Hattilerin güçlü etkisinde kalacak ve Anadolu’nun en güçlü maddi kültür geleneklerini (mimari, mitoloji…) kendine özgü bir şekilde yeniden üretecekti. Hititlerin gelmesiyle birlikte Anadolu’da mübadeleler başladı. Tunç Çağı sonunda (MÖ. 1950-1850) Hatti ülkesinde ticaret kolonileri kuran Asurlu tüccarlar Anadolu’ya yazıyı getirdiler. Başlangıçta bağımsız Hatti beylikleri biçiminde yaşayan topluluklar yavaş yavaş Hititlerin eline geçti. Kussara kralı Anitta bu bağımsız beylikleri birleştirdi. Asur kolonisi Neşa-Kaniş’te güçlenen bu krallık MÖ. 1750 civarında Neşa’yı, ardından Hattuşa’yı alarak imparatorluğun başkenti yaptı.

 




Anitta Tableti ve Anitta’nın Hançeri

 

MÖ 18. yüzyılda Anadolu'daki Kuşşara (Alacahöyük) ve Neşa (Kültepe) şehirlerinin kralı olan Anitta'ya ait metinler, Hattuşa'da bulunan en eski Hitit çivi yazısı ile yazılmış belgelerdir. Bu tablette Anitta, Kuşşara şehrinin kralı olan babası Pithana zamanında, Neşa şehrinin nasıl ele geçirildiğini ve Hattuşa’yı yakıp yıktıklarını anlatır. Lanetlediği bu şehri kendinden sonra gelen kral başkent yapacaktı.

Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenen ve üzerinde Kral Anitta’nın adı kazılı olan 30 cm. uzunluğundaki tunçtan bir hançer veya mızrak ucunda Hitit devletinin kuruluş efsanesi yer alır. Hançerin Kaniş kazılarında ele geçirilmiş olması, Neşa ile Kaniş’in aynı yerde olduğunu göstermektedir. Kaniş’in düşüşü, Asurlu kolonistlerin ülkeyi terk ettiği ve Babil’deki Hamburabi iktidarının yıkıldığı döneme rastlar.

Giderek güçlenen Hitit devleti Babil’i ve Ortadoğu’nun bir kısmını (Elba) ele geçirir Mısır’la karşı karşıya gelirler. Kadeş Savaşı, tarihin kaydettiği ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması ile sonuçlanacak, Hitit imparatorluğu Kuzey Suriye’deki hâkimiyetini garanti altına alacaktı.

 

Hititlerin Sonu

 

Hititler bu üstünlüklerini, tanıdıkları ve kullanımını yaygınlaştıracakları demir madenine borçluydular. Yine de bu güçlü imparatorluk MÖ. 13. Yy. ‘ın sonunda kuzeyden gelen Kaşka akınları ve batıdan gelen deniz kavimlerinin korkunç darbeleri altında yok olup gidecekti. Paramparça olan imparatorluk devletinin devamı niteliğinde Geç Hitit Devletleri ile birkaç yüzyıl daha Hitit Kültürü devam ettirdi. Sonraki dönemde Hititlerin varlığı tamamen unutuldu. Antik Yunan ve Roma’nın bu medeniyetten haberleri olmadı.

1834 yılında Fransız mimar arkeolog Charles Texier Boğazköy’de Hitit başkenti Hattuşa’nın kalıntılarını saptayana kadar, dünya Hititlerin varlığından haberdar olamayacaktı.  

1835’de Texier’in raporlarının yayınlanması üzerine, 1836 yılında W.J.Hamilton Boğazköy’e geldi, ayrıca Boğazköy’ün 25 km. kuzeydoğusundaki Alaca Höyük kalıntılarının ilk belgelendirmesini yaptı.  Gezilerini sürdürürken 1837 yılında Beyşehir yakınlarındaki Eflatunpınar anıtını da keşfetti. Boğazköy’de, 1906 yılında, H. Winckler ilk kazılara başladı.

Boğazköy’de tabletler bulundu. Bunlar okunabiliyordu ama bilinmeyen bir dilde yazılmışlardı. Ancak Arzawa mektuplarına benziyordu. “İki Arzawa Mektubu: Hint-Avrupa Dilinde En Eski Belgeler” başlığı ile 1902 yılında Knudtzon çalışmasını yayınladı. Aslında Hititçe olan bu mektupları “Arzawa dilinde” yazılmış olarak adlandırdılar. 1906 yılında İstanbul müzesinde görevli Teodor Makridi Bey ile Alman Winckler, Boğazköy’de kazılara başladı. Winckler, kazılarını 1913’teki ölümüne kadar sürdürdü.

Nihayet Macar asıllı Alman Assur Bilimci, Kültepe'nin aşağı kısmında yer alan Karum'u kazan ilk kişi Bedřich Hrozný, Hitit tabletlerini deşifre etti. 24 Kasım 1915’te verdiği “Hitit Sorununun Çözümü” adlı konferansta Hitit tabletleri dilinin bir Hint-Avrupa dili olduğunu açıkladı.

 

“Hitit” Sözcüğü

 

Sargon’un kurduğu ve tarihin ilk imparatorluğu olan Akkad Devleti (M.Ö. 2270-2080) kayıtlarında Anadolu’dan (URUHa-at-ti), “Hatti Ülkesi” diye söz edilir. Bu adlandırma neredeyse 1500 yıl boyunca geçerli kaldı. Bu ad Anadolu’nun bilinen en eski adıdır ve burada yaşayan insanlara da Hattiler deniyordu.

Hititler yurt edindikleri bu topraklar için “Hatti Ülkesi” diyorlardı.

1915 yılında Bedrich Hrozny’nin Hitit Çivi Yazısı’nı çözmesinin ardından, okunan kil tabletlerde “Hatti” sözcüğüne çok sık rastlanmasından dolayı, ilk zamanlarda Nesililer de Hatti olarak adlandırılmıştı. Oysa bu halk bambaşka bir dil konuşuyordu.

Kavram karmaşası öyle bir boyuta gelmişti ki hatalı bir şekilde Hititler ile Hattilerin aynı kavim oldukları kabul edilerek Hattilere, Proto-Hititler ve Proto-Hattiler gibi mantık dışı adlar takıldı.

Ancak araştırmalar ilerledikçe gerçek anlaşıldı ve iki halkın farklı diller konuşan farklı kavimler olduğu tespit edildi.

Ne var ki “Hitit” sözcüğü de uydurmaydı…

Hititlerden (Geç Hititlerden) ilk bahseden kaynak Eski Ahit (Tevrat) idi,  “Hittim” kavminden bahsediyordu. İbranice’de sesli harfler olmadığı için “ht” olarak yazılıyordu.

Martin Luther, Tevrat’ı Almanca’ya çevirirken bu harfleri “hethit” olarak yazdı.

Buradan yola çıkılarak Almanca Die Hethiter, İngilizce The Hittities, Fransızca Les Hittities ve İtalyanca Gli Ittiti gibi terimler uyduruldu.

Hattuşa kazılarına başlanıp tabletler çözülene kadar Hititlerin Kuzey Suriye’de yaşamış semitik bir kavim olduğu zannediliyordu. Bu yanılgı, Tevrat’ın yanı sıra Suriye’de ele geçen Arzawa mektuplarından kaynaklanıyordu.

Türk Tarih Tezi’nin ileri sürüldüğü yıllarda Hititler için Fransızca okunuşundan dolayı “Eti” sözcüğü kullanılmışsa da günümüzde “Hitit” terimi kullanılmaktadır.

Oysa bu kavim kendisine asla “Hitit” demedi. Neşa dili (Nesice) kullanan bu halk kendilerine Nesililer diyordu.

Boğazköy kazılarında ortaya çıkan kil tabletlerde sadece Neşa dili keşfedilmemişti. Politikadan, dine; faldan, büyüye; mitolojiden, edebiyata; hukuktan, ticarete çok geniş bir konu yelpazesine sahip bu tabletler bizlere Hattice, Luwice, Hurrice, Palaca gibi birçok Anadolu dilinin varlığını gösterdi. Hititler, tarih sahnesinde rol aldıklarında bu yazıları ve dilleri kullanan Anadolu toplulukları yanında, sık sık kuzeyden gelen amansız akınların sahibi Kaşkalardan söz ediyorlardı.

 

 

Kaynaklar:

F. Gülden Ekmen, Hamza Ekmen, S. Fidan, Hititlerin Batı Karadeniz Bölgesinde Yaşayan Komşuları hakkında Yeni Bulgular, Anadolu Arşivleri, 2021, S. 59 - 96

Sedat Alp, Hititler Devrinde Anadolu, TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları, İstanbul 2002.

Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu I.-II. İstanbul, 2003, Arkeoloji ve Sanat Yayınları

Marc Desti, Anadolu Uygarlıkları, 4. Baskı, 2019, Dost Kitapevi

Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, 2. Baskı, 2017, Phoenix Yay.

Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, 2. Baskı, 2019, Phoenix Yay.

 

24.07.2024, Ünye Kent

17 Temmuz 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Assur Ticaret Kolonileri Çağı

 


Karadeniz Arkeolojisi – Assur Ticaret Kolonileri Çağı

 

Anadolu’da MÖ. 1.950 – 1.750 yılları Assur Ticaret Kolonileri Çağı olarak bilinir. Bu dönemde büyüyen ve zenginleşen Asur kent devleti ile ticari anlaşmalar yapan Anadolu beyliklerinin Mezopotamya ile aralarında büyük bir ticaret ağı oluşur. Anadolu halkı bu çağda yazı ile tanışır. Aşağı Mezopotamya’dan yola çıkan ticaret kervanları Anadolu’yu boydan boya geçerek Karadeniz’e kadar ulaşır. Beraberlerinde mutfak gereçleri, kalay ve dokuma ürünleri getiren kervanlar, Anadolu’dan çeşitli madenler ve yün taşımaktadırlar. Daha küçük kentler ve bölgeler nispeten büyük merkezlerin kontrolünde ticari ilişkiler ağına dâhil edilir. Anadolu’yla ilişkiler sadece ticari emtiadan ibaret olmayıp Assurlu tüccar Anadolu’ya yazıyı da getirmiş ve Anadolu’da tarihi çağları başlatmışlardır.


 

Assur Ticaret Kolonileri

 

İkiztepe’de (Samsun-Bafra) 1940-41 yıllarında gerçekleştirilen yüzey araştırmalarının ardından, 1948’de Türk Tarih Kurumu, Kültepe’de (Kayseri) kazı çalışması başlattı. Bu kazılar Tahsin Özgüç ve Nimet Özgüç başkanlığın da ilk etapta Kültepe’nin eteğinde yapılmıştır. Ardından tepe kısmına geçilmiş ve neticede, tepenin eteğindeki düzlüğün Asurlu tüccarlara ait Pazar mahallesi “Karum”, tepenin de Kāniš şehri olduğu anlaşılmıştır.

Asurlu tüccarların yerleşimi yanında başka bir iskân yeri daha bulunmuştur ki, burası da kendilerine Neşalı diyen Hititlere ait Neša şehri olduğu tahmin edilmektedir.

Bu dönemde Anadolu’nun yerel beyliklerinde kurulan Karum isimli ticaret yerleşimleri ve pazaryeri niteliğindeki Wabartum merkezleri aracılığı ile Anadolu’da oluşan ticaret ağı ve organizasyon çerçevesinde bir de hukuk sistemi ortaya çıkmıştır.

Karadeniz kıyılarına kadar ulaşan Assur Ticaret Kolonilerinin son durağı Zalpa kentidir. Hitit yahut Kültepe tabletlerinde geçen Asur ticari ağının uç noktası Zalpa kenti yahut Zalpawa yerleşimi, Kızılırmak’ın denize döküldüğü noktada; Bafra / İkiztepe bölgesinde kurulduğu tahmin edilmektedir. Ne var ki bugüne değin bu kente ait izlere denk gelinememiştir.

 

Karadeniz’in Kayıp Kenti Zalpa

 

Her ne kadar Hitit ve Kültepe tabletlerinde Zalpa kentinden “Hitit Şehri” gibi bahsedilse de, bu kentin bir Hitit kenti olup olmadığı anlaşılmamaktadır. Muhtemelen Hititlerle ilişkide ancak onlardan bağımsız bir kent yönetimine sahipti. Tıpkı bin yıl önceki İkiztepe halkları gibi özerk bir yapıya sahiptiler.

İlk Tunç Çağı’ndan (MÖ. 3.500-2.000), Assur Ticaret Kolonileri Çağı’na (MÖ. 1.950 – 1.750) kadar süren dönem Karadeniz Arkeolojisi açısından çok önemlidir.

İkiztepe kazıları yanında dönemin üç önemli merkezi Kaneš, Hatuşa ve Alişar’dan çıkarılan tabletler süreci en iyi anlatan bulgulardır.

Bazı tabletlerde Zalpa, Hititlere ait bir şehir devleti gibi gösterilmektedir. En ünlü kralları Uhna’dır. Kızılırmak'ın Karadeniz’e döküldüğü yerde yani bugünkü Bafra ilçesi sınırlarında olduğu tahmin edilen antik kenti bulabilmek için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi 1974’ten beri İkiztepe'de kazı yapmaktadır. Çok önemli objelere rağmen bugün için bu antik kente ulaşılamadı. Tahminen bu Hitit şehri Bafra yakınlarındaki "Asar Kale" civarındadır. Özellikle Paşaşeyh Höyüğü’nde bulunan Hitit keramikleri, bölgede olması gereken büyük bir Hitit yerleşkesine işaret etmektedir.

Hititler, şehirlerini Kızılırmak kavsi boyunca kurmuşlardır. Tabletlere göre Zalpa MÖ 1700'lü yıllarda Anadolu'nun üç büyük kentinden biridir.


Kaneş, Anadolu’da bulunan tüm koloniler için aynı zamanda bir merkez konumundadır. Ticaretin temelini Asur’dan Anadolu’ya kalay ve dokuma ürünleri ile Anadolu’dan Asur’a yapılan altın, gümüş ve bakır ihracatı oluşturur. M.Ö. 1945-1730 yılları arasını kapsayan bu dönem dört tabaka meydana getirmiştir. Bu tabakalardan arkeolojik belgeler yanında yazılı tabletler de çıkarılmıştır. Tabletler II ve 1b tabakalarında bulunmuştur. Tüccarlar ticaret mallarını genellikle eşekler yoluyla taşırlardı. Bu eşekler yaklaşık 1000 kilometrelik yolu takriben 10 haftada alıyorlardı. Bağımsız olarak yola çıkan kervanlar yolda bir araya gelerek konvoylar oluşturmaktaydılar. Asur ile Anadolu arasında gelip giden bu kervanlar genellikle 3 anayol üzerinde hareket etmekteydiler. Asur ile Anadolu arasında yapılan ticaret çeşitli kalem vergilerle yerli beylere ve Asur’a önemli bir gelir sağlıyordu. Ticareti yasaklanmış olan veya kısıtlanan malları alıp satmak yoluyla kaçakçılık yapıldığını da görmekteyiz. Asur’dan Anadolu’ya uzanan bu ticaret ağı sayesinde, Anadolu’da yazıya geçilmiş ve böylece Anadolu’da tarih başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nın Anadolu için önemi çok daha iyi anlaşılmaktadır. [Ayrıntı için Bkz. Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, Ankara, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları.]

Hitit tabletlerinde iki ayrı Zalpa kenti yer almaktadır. İkinci Zalpa kenti Gaziantep Maraş Adıyaman üçgeni içinde tarihi antik yol üzerinde olduğu zannedilmektedir.

Bazı tabletlerde Zalpa “Halpa” diye de yazılmıştır. Yanlışlıkla yazılan ikinci Zalpa'nın arandığı bölgede, Kummuh Krallığı içinde Asur Urartu yazıtlarında Halpa diye bir şehir vardır. Bu durum Gaziantep civarında aranan Hitit kenti Zalpa’nın bazı dillerde Halpa diye anıldığını düşündürmektedir. Halpa kenti Kummuh Krallığı’nın göller bölgesindedir. (Adıyaman ili Gölbaşı civarında.)

 

Kaneš Kraliçesi

 

Boğazköy’de bulunan ve “Kaneš Kraliçesi” olarak adlandırılan bir tablette Zalpa Kenti’nden bahsedilmektedir. Hitit Eski Krallık Dönemi’ne ait bu metinde Kaneš Kraliçesinin tek bir yılda 30 erkek çocuk doğurduğu ve oğullarını sepete koyarak ırmağa bıraktığını yazmaktadır. Irmak, bebekleri Zalpuwa Ülkesi’ne, denize kadar taşır. Tanrılar bu oğlanları denizden çıkarıp büyütür. Yıllar sonra kraliçe 30 kız doğurur ve kızlarını kendi yetiştirir. Daha sonra metinde 30 erkek çocuğun büyüdükten sonra Neša’ya geri geldikleri anlatılır. Tanrılar bu çocuklara başka bir görünüm verdiğinden anneleri onları tanıyamamış ve 30 erkeğe kızlarını eş olarak vermiştir. En küçük oğul durumu fark ederek kardeşlerini uyarmıştır. Metin bu kısımda kesilir, tablet kırık olduğu yerden sonra şöyle devam eder:

“Sabah olunca Zalpuwa’ya gitti(ler).” Bundan sonra metin Güneş Tanrısı’nın Zalpa’yı kutsamasıyla devam eder. Metin daha sonra Zalpa ile eski Hitit Krallığı arasındaki çatışmaları anlatılır. Çatışmalar Zalpa’nın yıkılmasıyla son bulur. Zalpa kentinin yıllar süren kuşatmanın ardından yıkılışı, Kaneş kraliçesinin çocuklarına atfedilen ensest ilişkiye bağlanmaktadır. Zalpa öyküsünde, Sargon ve Musa Peygamber ile ilgili anlatılarda sepet içinde nehre bırakılan çocuk motifleri bulunmaktadır. [Bkz. Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu II. İstanbul, 2003, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, s. 180  ]


Kutsal Nerik Kenti

 

Zalpa gibi kayıp bir kent daha vardır,  Hitit tabletlerinde geçen; Kutsal Nerik Kenti. Nerik kentinin (Hititçe: Nerikka), 2007 kazılarıyla açığa çıkarılan, günümüzde Samsun'a bağlı Vezirköprü ilçesinin 7 kilometre kuzeybatısında bulunan Oymaağaç Höyüğü'nde olduğu tespit edilmiştir. Bu bölge, Hititler’in Kuzey’den gelen amansız düşmanları Kaşkalar arasında sınır bölgesidir. Hatta Hititlerin önemli kült merkezlerinden biri olan Nerik’i ele geçiren Kaşkaların, şehri yıllarca zapt ettikleri bilinmektedir.

Nerik kentinin arınmasına yönelik kült uygulamalarının yer aldığı metin grubu Hatti Hitit dinsel geleneklerinin devamlılığına da örnek gösterilmektedir.

[Bkz. Uşak Üniversitesi’nden Prof. Dr. Rainer Czichon, Oymaağaç Höyüğü Kazıları ve Hititlerin “Kutsal Suyu”]

 Kutsal Nerik Kenti, İkiztepe’ye bakır madeni getirilen eski kervan yolu üzerindedir. Vezirköprü İlçesi en eski ticaret yollarından biri olan Asur-Kültepe-Hattuşa-Merzifon Havza-Vezirköprü-Nerik-İkiztepe ile Vezirköprü-Durağan-Boyabat Taşköprü (Pompeipolis) güzergâhları üzerindedir.

“Nerik’in hava tanrısı dokuz dağlardan gel, Marassantiya nehrinden gel ve senin çok sevdiğin Nerik çeşmesinden çık” ibresinin yer aldığı tablette adı geçen Nerik Antik Kenti, Hititlerin dinsel merkezlerinden biriydi. İlluyanka efsanesinde ismi geçen ve Hitit kavmi açısından çok önemli olan Purulliyaş Şenliği’nin düzenlendiği ören yerinde, Fırtına Tanrısı Teşup adına kurulmuş bir tapınak bulunuyor. Hattuşa, Arinna ve Ziplanda ile birlikte Hitit devlet yapısında vergi ödemeyen dört kentten biri olan Nerik’te ortaya çıkarılan tabletlerdeki bilgilere göre, Hitit kralları şehre gelerek fırtına tanrısına adına törenler düzenler ve adaklar adarlardı. Kızılırmak’ın bereket saçtığı topraklara kurulan kent, Asur’dan yola çıkıp Anadolu’yu geçen ve Karadeniz’e ulaşan eski ticaret kervanlarının durak noktalarından biriydi.

Prof. Dr. Rainer Czichon, Oymaağaç Höyüğü Kazıları
 ve Nerik Kutsal Şehrinin Bulunuşu 2015

2017 Kazılarında Hititlerin Kutsal Şehri Nerik'in
 Oymaağaç Höyüğünde olduğu kesinleşti.

Nerik Poterni ve Kutsal Su


 


En eski ticaret yollarından biri olan Asur-Kaniş (Kültepe)-Nerik ile Çorum Boğazkale (Hattuşa)-Amasya (Amaseia)-Havza (Thermae)-Samsun Vezirköprü (Neoklaudiopolis)-Kızılırmak (Halys)-Kastamonu Taşköprü (Pompeiopolis) (veya Dranas Geçidi’nden Sinop) rotaları, insanoğlu tarafından binlerce yıldan beri kullanılmaktadır. Günümüzde inşa edilen modern yolların büyük bir bölümü; söz konusu antik rotalar ile eski Roma yollarının geçtiği güzergâhlarla örtüşmektedir. [Ersin Demirel, İkiztepe-Nerik Kültür Yolu Yürüyüş Parkurları, Bafra Belediyesi Yay. 2015]

 

Karadeniz Arkeolojisi ve Hititler

 

Yapılan araştırmalara göre Hititler’in Anadolu’ya nereden geldikleri, hangi yolu takip ettikleri, Anadolu’ya göç tarihleri şimdilik kesin olarak bilinmemektedir. Hititler’in, Anadolu’ya, Trakya ve Boğazlar üzerinden geldiklerini, hatta Balkanlar’dan çıkarak deniz yoluyla Orta Karadeniz’e ulaştıklarını savunan görüşler varsa da, Hititler’in Kafkasya üzerinden gelmiş olabilme ihtimali de, bilim çevrelerince kuvvetli bir şekilde tartışmaya açık tutulmuştur. Ağırlıklı görüş itibariyle bu gizemli halk, Kafkaslardan Anadolu coğrafyasına geçti. Karadeniz kıyı şeridi boyunca ilerleyip Kızılırmak (Maraşantiya)’ın denize aktığı yere (Bafra’ya =Zalpa) gelerek, orada belirli bir süre kaldı. Sonra güneye yani İç Anadolu’ya hareket ettiler. Uzun süre Hattiler’in içinde barışçıl bir politika izleyen Hititler, ardından Kızılırmak (Maraşantiya)’ı takip ederek İç Anadolu’ya doğru hâkimiyet mücadelesini genişletti. İç bölgede otoriteyi sağlayan Hititler, tekrar kuzeyde Karadeniz bölgesine yöneldiler. Kral Anitta Anadolu’da bulunan bir takım krallıkları birer birer ele geçirdi. Bu şehirler arasında Neşa, Ullama, Harkimaş, Zalpuvaş (Zalpa), Hattuşa, Şalativara bulunmaktaydı. Alınan yerler arasında günümüzde Bafra’ya lokalize edilen Zalpa şehri de vardı. Zalpa’nın alınması ile birlikte, hinterlandı içerisinde yer alan İkiztepe’yi de Hitit orduları yerle bir etti. İlerleyen zamanlarda Hititler, bölgedeki egemenliklerini kısa süreli kaybetmiş olsalar da I. Hattuşili tekrar Bafra= Zalpa’ya yönelerek Orta Karadeniz ve Samsun bölgesindeki hâkimiyetini güçlendirdi.

İlerleyen dönemlerde Hititler’in karşısına ezeli düşmanları olacak, Kaşkalar çıktı. Kaşkalar Hititler’in kült şehri Nerik’i (Vezirköprü Oymaağaç) alarak Hititler’i büyük şaşkınlığa uğrattılar. Bundan sonra uzun yıllar Nerik, Kaşkalar’ın hâkimiyet sınırları içerisinde kalacaktır. Bitmek tükenmek bilmeyen amansız Hitit-Kaşka mücadelelerinin temelinde de bu sorun yatmaktadır. [Doç. Dr. Davut Yiğitpaşa, Samsun’da bulunan, Zalpa, İkiztepe ve Nerik yerleşmelerinde Hititler’in hâkimiyet mücadelesi, Amisos Dergisi, c.3, s. 5]

 

Bir Anekdot

 

Pandemi nedeniyle derslerin online yapıldığı dönemdi. Google Classroom üzerinden yaptığımız görüşmede, değerli hocam Doç. Dr. Davut Yiğitpaşa’dan kendisine İkiztepe kazılarına devam etme önerisinde bulunulduğunu öğrendim. Bakanlığın bu teklifi gerçekleşirse beni de kazı ekibine almasını talep ettim hocamdan, birlikte Karadeniz’in Kayıp Kenti Zalpa’yı arayacak, İkiztepe’de yeni buluntular ortaya çıkaracaktık. Maalesef olmadı.

Sonradan öğrendiğim kadarıyla, kazı görevini daha önce bölgede kazı başkanlığı yapan Önder Bilgi hocanın asistanı Aslıhan Beyazıt’a verilmiş. Beyazıt hocanın da ortaya çıkardığı son buluntuları geçen hafta yazmıştık.

Karadeniz Arkeolojisi’ne Hititler ve Amansız Düşmanları Kaşkalar ile devam edeceğiz.

17.07.2024, Ünyekent

 

10 Temmuz 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – İkiztepe [MÖ. 4.500-2000]

 


Karadeniz Arkeolojisi – İkiztepe [MÖ. 4.500-2000]



İkiztepe, Karadeniz bölgesi Erken Tunç Çağı kültürünün anlaşılması açısından anahtar bir yerleşimdir. Antik Çağ’da Halys adıyla bilinen Kızılırmak’ın Karadeniz’e döküldüğü delta üzerindedir. Yerleşim dört tepe (höyük) üzerinde kurulmuştur.  Tepe II’de Geç Kalkolitik ve Erken Tunç Çağı III, Tepe III’de Erken Tunç Çağı, Orta Tunç Çağı ve Demir Çağı yerleşimleri vardır.

İkiztepe, 1940-41 yıllarında gerçekleştirilen yüzey araştırmaları ile bilim dünyasına tanıtıldı. İsmail Kılıç Kökten, Tahsin Özgüç ve Nimet Özgüç’ten oluşan ekip, Samsun İli sınırlarında gerçekleştirdikleri araştırmalarla İkiztepe dâhil birçok yerleşim yeri keşfetti.

İkiztepe’deki ilk sistemli kazılar Türk Tarih Kurumu adına Bahadır Alkım tarafından 1974 yılında başlatıldı.

1981 yılından emekli olduğu 2012’ye kadar İkiztepe kazılarını İstanbul Üniversitesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı adına, Türk Tarih Kurumu’nun da maddi katkıları ile Önder Bilgi gerçekleştirdi.

3. dönem kazıları ise Önder Bilgi’den dokuz yıl sonra 2021’de başladı.

Bilgi’nin asistanı, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aslıhan Beyazıt üç yıldan bu yana İkiztepe’de kazı başkanlığı yapıyor.


 

İkiztepe Höyüğü

 

İkiztepe Samsun’un Bafra ilçesi sınırları içerisinde yer alır. Yerleşim Kızılırmak’ın Karadeniz’e döküldüğü noktaya yakındır. Olasılıkla ilk yerleşimler deniz kıyısındaydı.

Kazılar sonucunda yerleşimin Geç Kalkolitik’te (MÖ. 4200) başlayıp Helenistik Çağ’a (MÖ. 100) kadar devam ettiği görülmüştür. (Doç. Dr. Davut Yiğitpaşa)

Prof. Dr. Önder Bilgi Karadeniz kıyılarında yaşayanlarla akraba olan İkiztepe halklarının Hint-Avrupa kökenli olduğunu ileri sürmektedir.

İkiztepe, Bafra Ovası dolayısıyla Kızılırmak deltası oluşmadan önce, bir zamanlar Kızılırmak’ın Karadeniz’e döküldüğü noktada yer alıyordu. Bu durum İkiztepe’yi kıyı ve nehir balıkçılığı açısından önemli bir konuma yerleştirmektedir. Bu aşamada bölge halklarının ağırlıkla avcı-toplayıcı topluluklardan oluştuğunu söylemek mümkündür. Ancak toprağa bağlı hayat tarzını da sürdürdükleri yani tarımsal üretim yaptıkları, çanak çömlek üretimi yanında Erken Tunç Çağı’nın habercisi olan maden işçiliğinin de bölgede başlamış olduğunu görmekteyiz.

Coğrafi konumu nedeniyle İkiztepe, hem Karadeniz kesimiyle hem de Kızılırmak Nehri boyunca Anadolu’nun diğer kesimleriyle oldukça güçlü ticari-kültürel ilişkiler içerisinde olduğunu söyleyebiliriz.

 Orta Tunç Çağına tekabül eden Asur Ticaret Kolonileri evresi, bu yörede Hitit ve Asur (Kültepe) tabletlerinde Zalpa yahut Zalpava adıyla bahsedilen kenti öne çıkarmaktadır. Bölgede yerleşimler ya verimli nehirlerin ağızlarında/ kıyılarında ya tarihi doğal ticaret yolları üzerinde ya da stratejik açıdan önemli noktalarda kurulmuşlardır. Buna karşın yörede “Zalpa” kenti olarak nitelendirilebilecek bir buluntu halen elde edilememiştir.

Yine Hitit tabletlerinde sözü edilen Karadeniz halkı Kaşkaların da izine rastlanamamıştır. Hititlerin amansız düşmanı Kaşkalar, kutsal Hitit şehri Nerik’i ele geçirip yıllarca ellerinde tuttuğu Hitit tabletlerinden anlaşılmakta ancak Nerik Kentinin nerede olduğu bilinmemekteydi. Samsun Vezirköprü / Oymaağaç Höyüğünde yapılan 2007 kazılarında Nerik kentinin burası olduğu tespit edilmiştir.

 

Coğrafi yapı ve Tabakalaşma

 

İkiztepe topografik açıdan iki büyük iki de küçük olmak üzere toplam dört tepeden oluşmaktadır. Bu tepeler 360 m. (kuzey-güney) ve 200 m. (doğu-batı) boyutlarında, oval biçimli 66 dönümlük bir alanı kapsar.

Tepe I:  Bu yükseltilerin en büyüğüdür. Ovanın bugünkü düzeyinden 29 m. yüksekliktedir. Doğu-batı doğrultusunda yer alan oval biçimli yerleşim, 180x130 m. boyutundadır.

Tepe II: Tepe I’in 50 m. kadar kuzeyindedir.  (115x90 m.)

Tepe III: Tepe II.’nin 50 km. kuzeybatısında, 16 m. yükseklikte, oval biçimlidir. (45x108 m.) En önemli buluntuların elde edildiği yerleşimdir.

Tepe IV: Tepe I’in 40 m. kuzeybatısındadır.16 m. yüksekliktedir. (90x80 m.)

İkiztepe’de gerçekleştirilen kazılarda toplam 3 kültür katı saptanmıştır.

I. Kat: Er-Hitit ya da Geçiş Çağı (MÖ. 2100-1700)

II. Kat: Erken Tunç Çağı (MÖ. 3000-2500)

III. Kat: Geç Kalkolitik Çağ. (MÖ. 4300-3200)

Tepe I’de A açmasında Dromoslu Mezar yapısı Hellenistik Döneme aittir.

Tepe III’de Geç Demir Çağı, Hellenistik Çağ ve Bizans dönemi yerleşmeleri tespit edilmiştir. Son yıllarda yapılan bu tespitler özellikle çanak çömlek parçalarında yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkmıştır.

 

İkiztepe Ana Tanrıça İdolleri

 

Neolitik dönemden itibaren devam eden Ana Tanrıça Kültü’nü temsil eden, aynı zamanda bereket ve çoğalma ile ilgili idoller ve heykelcikler İkiztepe buluntuları arasında önemli bir yer tutar. Pişmiş topraktan üretilen bu figürinlere benzeyen semboller İkiztepe mızrak uçları üzerinde kabartma bezeme olarak yer almaktadır. Boğa başını andıran “W” biçimindeki figürler ise Anadolu’da Neolitik Dönem’de görülür. Çatalhöyük kazılarında benzer figürinlerin ele geçirilmesi, İkiztepe kültüründe ve Hititlerin Fırtına Tanrısı Logosunda tekrar karşımıza çıkması, Anadolu Kültür yapılanmasında özel olarak incelenmesi gereken bir olgudur.

İkiztepe buluntuları ağırlıklı olarak ETÇ III dönemine aittir ve İkiztepe mezarlıklarında ele geçirilmiştir.

 

İkiztepe Mezarlığı

 

 İkiztepe Kazıları 1980 döneminde Eski Tunç lll'e ait büyük bir nekropolün varlığının saptanmış ve gömüt hediyeleri arasında çok sayıda madeni eser ele geçirilmiştir. Maden endüstrisine ait İkiztepe’de çok sayıda atölye bulunamasa da, bulunan madeni eserler Tunç Çağı’na katkılarından dolayı önemlidir.

Madeni eşyalar yanında diğer en önemli buluntular yine İkiztepe Mezarlarında ele geçirilmiştir. Kazılarda Tepe I civarında 665 adet mezar bulunmuştur. Bunlar basit toprak mezarlardır ölüler mezarlara kolları iki yanda sırtüstü yatırılmışlardır. Ölü eşyası olarak çok çeşitli seramikler, metal eserler /silah-takı) figürinler, taş eserler bırakılmıştır. Bebekler ise ev içlerine gömülmüştür.

ETÇ III’de İkiztepe halkının özellikle madeni savaş araç gereçlerine bu kadar çok sayıda sahip olması, kadın mezarlarında bile bu nesnelerin bulunması, halkın savaşçı bir toplum olduğunun göstergesidir.

Ayrıca halkın ana ve bereket tanrıçasına inandıkları, çok sayıda ele geçen idollerden anlaşılmaktadır. İdareci sınıf ise halk gibi yaşamakta, İç Anadolu Bölgesi'nin beyleri gibi ayrıcalıklı sınıf özellikleri taşımamaktadır.

İkiztepe Buluntuları- Altın Plaka RTC III

İkiztepe Buluntuları: Dörtlü Sarmal

İkiztepe Tanrıça Heykelcikleri ETÇ II ve ETÇ III




 

İkiztepe Buluntuları

 

Erken Tunç Çağı II mezarlarından ele geçen 1000’den fazla metal buluntu içerisinde silah (mızrak ucu, balta, hançer, ok ucu,), alet (delici, kesici, ustura, keski, kalem, maşak kanca, iğneler), takı (halhal, bilezik, küpe, yüzük, pendantif= sarkıtma gerdanlık) ve semboller (ikili veya dörtlü sarmal ve boynuzlu plakalar) dikkati çeker.

Dörtlü Sarmal Plakalar: İkiztepe’de Erken Tunç Çağı III dönemi mezarlık buluntuları arasında ele geçirilen İkili ve Dörtlü Sarmal Plakaların işlevleri net olarak belli olmamakla birlikte saygınlık nesneleri arasında yer aldıkları düşünülmektedir. Toplam 15 adet dörtlü sarmal, 3 adet de ikili sarmal ortaya çıkarılmıştır. Kabartmalı törensel mızrak ucu veya dörtlü sarmal plakalar yüksek arsenik içeren bakırdan yapılmıştır.

İkili ve dörtlü sarmal plakaların genelde genç ve erişkin mezarlarında ele geçmiş olması ve bunların mızrak uçları ile beraber bulunması bu plakaların savaşçı kültürünün bir parçası olabileceğini düşündürmektedir. Normalde kadınlara ait olmayan bu geleneğin örneklerinin 50 yaş üstü kadınlarda da görülmesi, kadınların ileri yaşlarda erkeklere tanınan bir takım ayrıcalıklara sahip olabildikleri şeklinde yorumlanabilir.

İkiztepe iskeletlerinde sıkça rast gelinen kafa yaralanmalarının çoğunlukla erişkin erkeklerde görülmesi ve ölümle sonuçlanan bu yaralanmaların kesici, delici ve küt silahlardan kaynaklanmış olması, İkiztepeli erkeklerin içinde yer aldığı bir savaş durumuna yorumlanmıştır.

Aşı Boyası: İkiztepe gömüt gelenekleri içinde karşımıza çıkan bir başka özel uygulama ölülerin üzerine aşı boyası serpilmesidir. Bölgede toplam 11201 mezarda aşı boyası serpilmesi geleneğini görmekteyiz.

Ayrıcalıklı Gömütler: Gömütler arasında bazıları mezar eşyalarının zenginliği, mezar eşyalarının düzenlenişindeki özen ve farklılık, yaş ve cinsiyetle uyumsuz eşyaların seçimi gibi bir takım kriterler ile değerlendirildiği zaman diğer mezarlardan ayrılmaktadır. Bu durum toplumsal yapının işleyişine dair bazı ipuçları vermekte, sınıfsal ayrımın İkiztepe’de halkları arasında da başladığını göstermektedir.

 

Trepanasyon Uygulaması

 

İkiztepe’de hepsi ETÇ III dönemine ait toplam 7 iskelete ait kafataslarında trepanasyon (beyin ameliyatı) izlerine rastlanmıştır. İskeletlerin hepsi erişkin sınıfa ait bireylerdir. Bunlardan genç erişkin bir kadına ve cinsiyeti belirsiz erişkin bir erkeğe ait olan dışındakilerin hepsi erkek iskeletleridir. Erkeklerden biri genç erişkin, ikisi erişkin, ikisi ise 50 yaş üzeri bireylerdir. Toplam 7 birey için beş farklı yatış yönünün varlığı trepanasyon uygulanan bireylerin belirli bir yön tercih edilmeden gömüldüklerini gösterir şekildedir.

 


İkiztepe Yerleşiminin Mimari Özelikleri

 

İkiztepe mimarisinde ana malzeme ahşaptır. Ahşap evler gruplar halinde ama ayrık düzende köy içine serpiştirilmiştir. Yapılar genelde dörtgen planda, 25 ile 70 metrekarelik alanlara sahiptir.  Evlerin tabanları sıkıştırılmış kille yapılmıştır. Bazı yapıların ise zemini ahşaptandır. Yapılar kesinlikle taş temel üzerine oturmamaktadır. En alt sıra tomrukların çürümemesi için alta geliş güzel yassı taşlar konmuştur.

Tarihöncesi dönemlere ilişkin tabakalarda tespit edilen bu yapı tekniği, günümüzde Karadeniz bölgesinde "çantı" adı verilen mimari geleneğin bilinen ilk örnekleridir. Bu yapılar, üst üste dizilen tomrukların köşelerde “geçme” tekniğiyle birleştirilmesiyle inşa edilmiştir.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

 

İ. K. Kökten, –N. Özgüç- T. Özgüç: 1945 “1940 ve 1941 Yılında Türk Tarih Kurumu Adına Yapılan Samsun Bölgesi Kazıları Hakkında İlk kısa Rapor” Belleten 9/35, Ankara, 361-400

Önder Bilgi, Samsun İkiztepe Arkeolojik Kazıları Tepe III çalışmaları (1993-94).

Uluğ Bahadır Alkım, Birinci ve İkinci Dönem İkiztepe Kazıları (1983)

Davut Yiğitpaşa, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü

A. D. Varilci, İkiztepe Buluntuları ve Karadeniz Arkeolojisi, 10.02.2021, Ünyekent

Aslıhan Beyazıt, İkiztepe’de Protohistorik Cağ’ın Kadın Simgeleri-Aktüel Arkeoloji Dergisi, 2023

Aslıhan Beyazıt, Burhan Gülkan, Burçin Afşar, İkiztepe Kazısı 2021-2022 Yılı Çalışmaları, 43. Kazı Sonuçları Toplantısı, Ankara 2023

10.07.2024, Ünyekent