22 Haziran 2012 Cuma

Günlerle Gelen


İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
ÜNYE-FATSA
(3)

Ahmet Derya Varilci

Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikayesi, Fransız Devrimini betimleyen şu cümlelerle başlar:[1]
“En iyi zamanlardı, ya da zamanların en kötüsüydü, akıl çağıydı ve aptallık çağıydı, inanç dönemi ve kuşku dönemiydi, ışık mevsimi ve karanlıklar mevsimiydi, umut baharı ve umutsuzluk kışıydı, önümüzde yaşamamız için her şey vardı ve yaşayabilmek için önümüzde hiçbir şey yoktu, hepimiz doğrudan cennete gidiyorduk ve hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk; kısacası o dönem, tıpkı şimdiki gibi o kadar uzaktaydı ki, kimileri iyi ve kötü kavramlarının üstünlük derecelerini karşılaştırdığında, o günlerin gelmiş geçmiş en iyi günler olduğunda ısrar ediyorlardı.”
Yazarın sözünü ettiği dönem 1789 Fransız Devrimi’ni hazırlayan ve akabinde devrime tanık olan günlerdir. Hikayesini anlattığı iki şehir ise, Paris ve Londra’dır.
“İki Şehrin Hikayesi” denildiğinde benim aklıma 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini bütün ağırlığıyla yaşamış Ünye ve Fatsa gelir. Dickens’in yukarıda sarf ettiği sözler, o dönemde Ünye ve Fatsa için de geçerlidir.
Şairin dediği gibi o günler “özgürlük, esaret ve kavga” günleriydi.     

Gerçekçi ol imkânsızı iste!

Giresun-Alucra doğumlu Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik adlı kitabında Karadeniz’deki ilk kitlesel eylemlerden bahseder. Bunlardan biri Ünye’deki Fındık Mitingi’dir. Adına “1968 Kuşağı” denilen insanların tüm dünyada başlattığı başkaldırı kısa sürede ülkemizde de etkisini göstermiş, Üniversiteli gençlerin başını çektiği gösteriler ve grevler tüm yurda yayılmaya başlamıştı.
Henüz ortaokul öğrencisiydik. Liseye başladığımız dönemde eylemler çatışmaya dönüşmüştü. “Sağ ve “Sol” sözcüklerini ilgiyle izliyor, bazen birini bazen diğerlerini okuyup dinleyerek, anlamaya çalışıyorduk.[2]   
Tıpkı Fransız devrimindeki gibi ülke bir iç hesaplaşma içine girmiştir. Fransız Devrimi’nin1793–1794 Termidor Dönemi yahut Terör Dönemi’nde olduğu gibi Türkiye’de 1970’li yıllara gelindiğinde sivillerin kendi aralarında veya devlete karşı, devletin ise doğrudan eylemcilere ve halka uyguladığı bir terör söz konusudur. Her halükarda insanlar hayatını kaybetmekte, tutuklanmakta ve işkence görmektedir.[3]

Ünye ve Fatsa’dan iki örnek

Hüseyin Gümüş: Osman oğlu, 1936 yılında Ünye’den Sultan’dan doğma, Ünye Tekkiraz Bucağı Nurettin Köyü cilt: 49, sahife:271, hane: 77 nüfusuna kayıtlı, Ünye Tekkiraz Bucağı Nurettin Köyü İlkokulu öğretmeni, 18 Mart 1972 tarihinde nezarete alınmış olup, 28 Nisan 1972 tarihinden itibaren Kartal-Maltepe As. Ceza ve Tutukevinde TUTUKLU.
Hüseyin Gümüş için THKP-C İddianamesi “Sanıklar” bölümünde böyle bir açıklama yapıyor. Birkaç gün önce (2012 Haziran’ının ilk haftasında) aramızdan ayrılan öğretmenimizi Ünye’de bir trafik kazası sonucu kaybettik.
İddianame’nin “Sanıkların Fiili ve Hukuki Durumları” kısmında Hüseyin Gümüş’e isnat edilen cürüm şöyledir.
“Türkiye Halk Kurtuluş Partisinde üyelik sıfatını iktisap eden sanığın yukarıda açıkça belirtilen faaliyetleri ile TC. Anayasasını tağyir ve tebdile veya ilgaya cebren teşebbüs suçunun cebri icra hareketlerinden olan üç İngiliz teknisyeninin 26 Mart 1972 günü Mahir ÇAYAN ve arkadaşlarınca silah tehdidi ile kaçırılmaları ve 31 Mart 1972 günü öldürülmeleri fiiline müzaheret ve muavenette bulunmak, vasıta tedarik etmek suretiyle fer’i maddi fail olarak iştirak ettiği ve bu sebeple fiilinin TCK’nun 146/3 maddesine uygun bulunduğu neticesine varılmıştır.”[4]
   26 Mart günü Mahir Çayan ve arkadaşları Ünye’ye gelerek Cumhuriyet Meydanı Saray Cami arkasındaki Kılıç Otel’den Ünye Radar üssünde görevli üç teknisyeni kaçırmışlardı. Teknisyenlerin üçü de iddianamede belirtildiği gibi İngiliz değildi. İçlerinden biri Kanadalıydı. Akşamüzeri Paşabahçe surlarının önünde top oynadığımız insanlardı. O sokak o zamanlarda araç trafiğine kapalıydı yahut az işleyen bir caddeydi. Kızıldere’de öldürüldükleri gün çok üzülmüştük. Kızıldere’nin tek canlı tanığı Ertuğrul Kürkçü’yle yolumuz Gaziantep’te kesişince, o olayı sormuştum. Haklı olarak, bıkmış bir edayla kendisin de tam anlayamadığını söyledi. Çatıda ilk vurulan Mahir’miş. Ateş ve bombardıman başlayınca rehinelerin vurulması tembihlenmiş ama içeriden kimsenin böyle bir işe yönelecek fırsatı olmamış. Ayrıca, öldürülen üç yabancı teknisyenin ciddi bir balistik incelemeden geçirilmemesi ve hazırlanan raporun yetersizliği hala kuşku uyandırmaktadır.
Neyse biz konumuza dönelim.
1972 Mart’ında Ünye’de gerçekleştirilen “rehine” olayı, tüm dikkatlerin Ünye’ye yönelmesine sebep oldu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’in idamlarını önlemeye yönelik bu hareket kanla bastırılacak, Ünye ve Fatsa’dan çok sayıda insan Hüseyin Gümüş gibi gözaltına alınacak, işkencelerden geçirilecek ve bunlardan bir kısmı tutuklanacaktı.
380 Sanıklı THKP-C davasında Ünye’den ve Fatsa’dan pek çok isim tutuklanmış, 1974 affına kadar cezaevlerinde yatmışlardır.
Hüseyin Gümüş hoca, bu isimlerden sadece biridir. Af sonrası meslek yaşamına dönmek için uzun bir uğraş vermiştir.
12 Eylül 1980 Darbesi’yle, 12 Mart 1971 dönemindeki gibi yeniden gözaltına alınmış, şiddet ve baskı görmüştür.
Elim bir trafik kazası O’nu aramızdan alıncaya kadar, inandığı dünyanın mücadelesini verdi.
Ünye’de yaşanan 12 Mart günlerinin benzer bir yansıması Fatsa’da yaşanmıştır. Aynı kaderi paylaşan iki şehir adeta birbirinin izdüşümüdür. Fatsa’dan seçtiğimiz Fikri Sönmez (Terzi Fikri), THP-C İddianamesi’nin 145 numaralı sanığıdır. O da Hüseyin Gümüş gibi benzer suçlardan gözaltına alınmış, işkence görmüş, tutuklanmış ve 1974 affından salıverilmiştir. 12 Eylül 1980 Darbesi’ne giden süreçte Fatsa’da önemli bir rol oynamıştır.

İki Şehrin Hikayesi’nde bir sonraki bölüm: Terzi Fikri              



Dipnot:

[1] Eserin bazı çevirilerinde bu kısım ya hiç yer almamakta yahut Türlkçe’ye tam çevrilmemiş durumdadır. Dickens’in eserinin orijinal metni aşağıdaki gibidir:
“It was the best of times, it was the worst of times,
İt was the age of wisdom, it was the age of foolishness,
İt was the epoch of belief, it was the epoch of incredulity,
it was the season of Light, it was the season of Darness,
it was spring of hope, it was the winter of despair,
we had everything before us, we had nothing before us,
we were all going direct to Heaven, we were all going direct
the other way-in short, the period was so far like the present
period, that some of its noisiest authorities insisted on its
being received, for good or for evil, in the superlative degree
of comparison only.”
(Charles Dickens, “A Tale of TwoCities” Plain Label Books; Chapter One-The Period. P.6)
[2] “Sağ” ve “Sol” tanımlamasının Fransız Devrimi’nden kalma bir literatür olduğunu, feodal-aristokrat kesimin parlamento dizilişinde “sağ” tarafta yer alması ve burjuvaziyi temsil edenlerin “sol” tarafta oturmalarından bu kavramların çıktığını çok sonraları anlayacaktık. Muhafazakar ve ilerici (devrimci) kesimin ilk ayrışması o günlerden 170 yıl önce gerçekleştiğini sonradan fark edecektik.
[3] “Terör” kavramı Fransız İhtilaliyle literatürümüze giren bir başka sözcüktür. Ancak burada devletin, tüm kamu çıkarını gözeterek uyguladığı şiddet kastedilir ve tarihin tekerleğini ileri doğru götürdüğü ileri sürülerek, olumlanır. Marx ve Engels, “Tarihte Zorun Rolü” adlı eserde zor’un bir de “devrimci” bir rol oynadığı söylenir ve Fransız Devrimi örnek gösterilir. Ancak 50 yıl sonra feodallerle anlaşan burjuvazi devlet terörünü işçi sınıfı üzerinde kullanarak, zor’un “gerici” unsurunu kullanır.
[4] İddianame, Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi Davası, s. 434, Ankara, 1988, V Yayınları.     

Ünyekent'te bir anlatı yazısı... 25 Mayıs 2012



1- Hüseyin Gümüş Öğretmen

 A Tale of Two Cities
İki Şehrin Hikayesi -  Charles Dickens

Fransa Parlamentosu "Estates General"
Kralın sağında feodaller, 
solunda burjuvazi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder