28 Ağustos 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Yason ve Argonotlar

 


Karadeniz Arkeolojisi – Yason ve Argonotlar

  

Yason ve Argonotlar mitolojisi, Grek kolonizasyonu için yaratılmış bir destandır. Bu olayın tarihi ve edebi metinlere yansıması, ozanlar tarafından söylenmesi ve kulaktan kulağa taşınarak yüzlerce yıl varlığını koruması kaçınılmazdır. Yason ve Argonotlar efsanesi bunlardan biridir.[1]


 

Grek Kolonizasyonu ve Argonautlar Efsanesi

 

Karadeniz’de yürütülen kolonizasyon hareketlerinin mitolojiye yansıması birçok efsanede karşımıza çıkmaktadır. Grek mitolojisinde var olan bu efsaneler, Greklerin Karadeniz kıyıları hakkında M.Ö. 8. yy. sonundan itibaren bilgi sahibi olduklarını gösteren önemli kanıtlardır. Bunlardan biri olan ve Rodoslu Apollonios tarafından, M.Ö. 3. yüzyılda kaleme alınan Argonautlar Efsanesi, İason ve arkadaşlarının altın postu aramak için, Yunanistan’dan Gürcistan’a olan seferini ve karşılaştıkları olayları anlatır.[2]

Yunanlılar denizci bir kavimdi ve deniz aşırı ülkelere ulaşmaları zor olmadı. MÖ. yy.da başlattıkları kolonizasyon faaliyetleri, öncelikli olarak Ege ve Akdeniz, daha sonra ise Marmara ve Karadeniz kıyılarına kadar gelip dayandı. Karadeniz’deki Grek kolonizasyon hareketi M.Ö. 750 ile 550 yılları arasında gerçekleştiği ve yaklaşık 200 yıl sürdüğü kabul edilir. Ancak Homeros’un destanlarının yanı sıra Argonautlar efsanesi gibi destanlar Greklerin kolonizasyon hareketlerine çok daha önce başladıklarını göstermektedir (Tarhan  972, 35). Kolonizasyon faaliyetleri için birçok sebep ileri sürülse de asıl sebep ekonomiktir (Atasoy 1997, 3). Özellikle balıkçılık, maden (Çapar 1991, 319-326), köle ticareti  Tsetskhladze 1994, 114; Tsetskhladze 2005, 26-27) tahıl, kereste gibi birçok ürün bakımından zengin topraklara ve denizlere sahip Anadolu’nun, nüfusu gittikçe artan ve hammadde yönünden sıkıntı çeken Grekler için bir kurtuluş kapısı olmasıdır (Cawkwell 1992, 289). Karadeniz’in kolonizasyonu sürecinde özellikle Miletlilerin ortaya çıkmasının temel nedeni olarak, doğu sınırlarında ortaya çıkan Lidya devletinin Milet’in iç kesimlerle olan bağlantısını kesmesi ve ekonomik yönden Miletlileri geriletmiş olmasına bağlanır (Atasoy 1997, 3) Bu süreç doğal olarak Miletlileri yeni yollar arayışı içine sokmuştur. Eğe ve Akdeniz Bölgesi’ndeki liman kentlerinin diğer uluslar tarafından kolonize edilmiş olması, Miletlilerin başka bölgelere yönelmelerine sebep olmuştur. Bu süreçte gelişen teknolojiyle birlikte özellikle penteconter adı verilen 200 kişiye kadar yolcu taşıyabilen büyük gemilerin yapılmış olması bu kapsamda oldukça önemlidir (Roebuck 1959, 31-32). Güçlü ve sağlam gemilerin yapılmasıyla birlikte, Miletlilerin daha önce güvenli olmadığı için çıkamadıkları Marmara’ya ve Karadeniz’e koloniler kurmalarına olanak sağlamıştır. [3]

Karadeniz arkeolojisi için Grek kolonizasyonu önemli bir evredir. Bu evrede kurulan kentlerin varlığı Antik Çağ  yazarları tarafından kaleme alınmış, arkeologların yüzey araştırmaları ve kazılarına rehber olmuştur. Bölge tarihinin anlaşılması, demografik oluşumu  ve kentsel evrimi Grek kolonizasyonu ile doğrudan alakalıdır.

 

Konuk Sevmeyen Deniz

 

Balıkçılık, maden ve kereste gibi zengin ürünlere sahip Karadeniz kıyıları, giderek toprakları nüfusuna yetmeyen ve hammadde sıkıntısı çeken Yunanlılar için bulunmaz bir nimetti. Ancak başlangıçta Greklerin Karadeniz’e açılmaları hiç te kolay olmadı.

Barbar olarak nitelendirdikleri bölge halkı, tıpkı Karadeniz’in hırçın coğrafyası gibi yırtıcı ve haşindi. Bin bir tehlikeyle dolu bu diyar için Yunanlılar “Pontus Aexeinos” (Konuk sevmeyen deniz) diyorlardı.

Neden bu bölgeye “Konuk Sevmeyen Deniz” yahut “Karadeniz” deniyordu?

Anadolu’nun bu kuzeydoğu kıyı kesimi Hellenler tarafından önceleri yalnızca Πόντος “Pontos” denilmekteydi ve deniz anlamına gelmekteydi.[4]

Bölgeye yapılan ilk denizaşırı yolculukları sonrasında Πόντος ξεινος “Konuk sevmeyen Deniz” demeye başladılar.

Gidenler ya Karadeniz’in hırçın dalgalarında kayboluyor yahut karaya ulaştıklarında başlarına korkunç şeyler geliyordu.

Karadeniz’e bütün dillerde “Kara” denmesinin özel bir nedeni vardı.

Fırtınalı-dalgalı denizi, dağlarla çevrili bölgenin kuzey rüzgârlarının getirdiği kara bulutlardan dolayı her daim kararmış gibi görünmesi bölgeye “Karadeniz” denmesinin başlıca nedeni olabilirdi.

Bir başka coğrafi neden; Ünye’deki gibi bazı kıyılarının siyah kumlu olması…

Belki de en önemli etken, Karadeniz halklarının etnik yapısıydı.

Bölgeye gelip yerleşen kavimlerin savaşçı karakterleri bu denizi Karadeniz yapmıştı.

Kaşkalar, Kimmerler ve İskitler bölgede isimlerinden sıkça söz edilen kavimlerdi.

Homeros Destanı, Herodotos Tarihi ve Xenephon’un Anabasis’i bölgede yaşayan halkların pek te tekin olmadıklarını belirtiyordu.

İnsanların kafalarını kestikleri hatta insan eti yedikleri yönünde bilgiler vardı.

Kolonizasyon öncesi Yunanlıların Karadeniz’e “Konuk Sevmeyen” deniz demesinin en büyük sebebi bu halkların varlığı olmalıdır.

Koloni Döneminde ise Karadeniz “Konuksever Deniz” anlamına gelen Πóντος Εξεινος (Pontos Eukseinos) olarak adlandırılmaktaydı. Romalılar da Pontos Eukseinos kelimesini Hellenler’den almışlar, Pontus Euxinus şeklinde kullanmışlardır.

Karadeniz insanlarının son örneği, Roma egemenliği öncesine kadar bölgede egemenlik kuran Pontos Krallığı’dır. Kaşka, Kimmer ve İskit kavimlerinin devamı niteliğindedir.

Yunan Mitolojisinde “Yason ve Argonautlar” öyküsü,  Karadeniz’i “Konuksever Deniz” yahut “Dost Deniz” biçimine dönüştüren “Pontos Eukseinos” söylemini getirmiştir.

Böylece Yunanlılar, Karadeniz’i kolonileştirmenin psikolojik zeminini oluşturmaya çalışmışlardır.

Argo gemisinin inşası. 
Roma'nın Porta Latina bölgesinden ele geçen, 
muhtemelen MS. I. Yy,a ait terrakota rölyefte Argo gemisinin inşası. 
Athena gemi yapımına yardımcı oluyor.

Argonotların yolculuğunu tasvir eden bir eser.

Jason ve Pelias'a Altın Post'u sunarken-
Louvre Müzesinde bulunan antik bir eser.

Karadeniz'e açılan mitolojik Argo gemisi-
Konstantinos Volanakis (1837–1907) 
Tuval üzerine yağlıboya.

Vazo ressamı Duaris'in Altın Post kavgasını 
tasvir eden bir resmi, MÖ. 500-460

 

Yason ve Argonotlar

 

Yason (Iason, Jason), Yunanistan’ın Kuzeydoğusundaki Iolcus krallığının veliahdıdır. Ancak krallığı amcası Pelias ele geçirmiştir. Annesi Alcimede henüz çocuk yaştaki Yason’u kaçırarak mutlak bir kıyımdan kurtarır ve kendini büyüten bir Kheiron (Kentaur; at adam) tarafından yetiştirilir. Büyüyünce Yason gidip amcasından hakkı olan tahtı ister. Ancak tahta geçebilmesi için Kolklhis Kralı Aietes’ten Altın Post’u alıp getirmesi gerekmektedir.[5]

Bu yolculuk için rakibini gönderebileceği en uygun yer; azgın dalgaların, canavarların ve korkunç büyücülerin diyarı Karadeniz’dir. Yason, Altın Post’un ve krallığın bedeli olan bu yolculuğa çıkmayı kabul eder.

Karadeniz’e yapacağı yolculuk için Argo adında özel bir gemi yaptırılır. Geminin gövdesi Dodona’daki Zeus tapınağında bulunan kutsal bir kavak ağacından yapılmıştır ve çok güçlüdür. Gemi yapımcısı Argus’un tasarladığı bu gemi Athena tarafından kutsanır. Özel pruvası sayesinde karşılaştıkları ölümcül tehlikelerden sıyrılabileceklerdir. Argo, Yunanca’da “hızlı” demektir; gerçekten de bu gemi 55 kürekçisiyle benzerlerinden oldukça hızlıdır. Kalabalık mürettebatı yanında çok sayıda savaşçı taşımaktadır

Efsanevi gemi Argo’da Yason kendisiyle birlikte yolculuk etmeleri için Herakles, Polydeuces, Peleus ve Orpheus gibi Yunanistan’ın en büyük kahramanlarını ikna etmiştir. Kahramanlardan oluşan bu grup Argonotlar olarak bilinir.   

Teselya’daki bir limandan denize indirilen Argos gemisi, Apollon’a sunulan adaklar ve törenlerden sonra denize açılır. Yolcuk sırasında türlü engellerle karşılaşırlar. Yason ve Argonotların yolculuğu, hava muhalefeti, deniz canavarları, çarpışan kayalar ve daha birçok aşılması güç engellerle dolu olduğu için abartılı bir rota izler. Yolculukları boyunca; özellikle dönüş yolunda Karadeniz’den, Tuna Nehri’ne, Adriyatik’ten Akdeniz’e doğru bir rota izlenir.

İlk durakları Lemnos Adası’dır. Burada kocaları öldürülmüş kadınlar tarafından karşılanırlar. Kadınlar tarafından baştan çıkarıldıkları için yolculuk uzar.

Çanakkale boğazından girerek Kapıdağ Yarımadası’na varırlar. Burada Delionlar Kralı Kyzikos’u yanlışlıkla öldürürler.  Mysia’da (Mudanya) bir su perisi tarafından kandırılan Hylas’ı aramak için Herakles gemiden ayrılmak zorunda kalır.

Kadıköy’e yerleşmiş ünlü bir boksör olan dev Amykos’u boks sporunun mucidi Polydeukes’un yenmesinin ardından, Zeus’un köpekleri olarak bilinen kuş benzeri Harpialar’ın elinden Phineus’u kurtarırlar.

Kör bir kahin olan Phineus, Argonotlara Karadeniz’e ulaşabilmeleri için gerekli bilgileri verir. İstanbul Boğazı’ndaki Çarpışan Kayalar’ı (Cyanea veya Symplegad’lar) nasıl geçeceklerini söyler.

Gidiş yolundayken Themiskyra (Terme) veya Kerasus (Giresun) adasındaki Amazonlarla karşılaşırlar, Kolkhis’e vardıklarında kendilerini yeniden ölümcül görevler bekler. Dönüş sırasında Fatsa ile Perşembe arasında mola vermek zorunda kalırlar. Yason Burnu adıyla anılan bu yer, efsanedeki kahramanın adını taşır.

Sonuç olarak Argonotlar efsanesinin ana teması daha uzak iklimlere açılma dürtüsü yani koloni elde etme çabasıdır. Karadeniz’in konuk sevmeyen kara yüzü efsaneler sayesinde “Konuksever Deniz” anlamına gelen “Pontos Eukseinos”a dönüşür.

Şimdi şu soruyu sormak gerekir: Ünye bir Milet kolonisi miydi, ne zaman ve nasıl kuruldu?

 

Kaynaklar

 

Akın Temür, Karadeniz'de Grek Kolonizasyonu ve Argonautlar, Kongre Bild. Sam. 2017

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1978, II. Baskı

Philip Wilkinson, “Efsaneler  ve Mitler”. Alfa Yay. 2014

Özhan Öztürk , Karadeniz Ansiklopedik Sözlük, İstanbul, Mart 2005, Heyamola Yay.

Behçet Necatigil, “100 Soruda Mitologya”, Gerçek Yay. İstanbul 1969

G. R. Tsetskladze, The Greek Colonisation of The Black Sea Area, Melbourne Üniv. 2008

  

28-08-2024, Ünyekent

 



[1] Argonaut’lar ve Altın Post öyküsünü en kapsamlı bir şekilde ele alan, MÖ. III. yüzyıl yazarlarından Rhodos’lu Apollonios’tur (Apoll. Rhod. Argon). Apollonios’un Argonautika adlı eserinde, efsane Iason ve Argonaut’ların Yunanistan’a dönmeleriyle son bulur. Iason ve Medeia’nın başından geçenler ise, M.Ö. V. yüzyılın ünlü trajedi

yazarlarından Euripides’in Medeia adlı eserinde anlatılmıştır. Iason ve Pelias’ı ilgilendiren bölümler ise, aynı dönem şairlerinden, Pindaros’un Pythia ve Olympia adlı şiirlerine; daha sonra da Apollodoros’un Bibliotheka adlı eserine ve Seneca’nın Medeia adlı tragedyasına konu olmuştur.

[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Doç. Dr. Akın Temür, Karadeniz'de Grek Kolonizasyonu ve Argonautlar, Kongre Bil. 2017

[3] Akın Temür, age. s. 478

[4] Yunan mitolojisinde Aither ile Gaia’nın çocuğunun adı olan ve Hellence “deniz” anlamına gelen Pontos’a bölge adı olarak ilk kez MÖ 5. yüzyılda Herodotos’un ünlü eseri Historia’da rastlamaktayız. Ünlü coğrafyacı Amaseialı (Amasya) Strabon’da Pontos’un sınırlarını, Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı olan kuzeydoğu Anadolu sahilleri ve onun hinterlandı ile çizmektedir. Bölge sınırları konusunda Antik Çağ’dan zaman zaman farklı anlatımlar bilinse de, genel olarak doğuda Kolkhis (Gürcistan), batıda Paphlagonia (Kastamonu) ve güneyde Kappadokia arasındaki bölgeye verilen isimdir.

[5] Bu öykünün detayları çeşitli kaynaklarda  farklı nüanslar içerse de, ana motif bellidir. Aralarında Homeros, Hesiodos, Aeschylus ve Euripides’in de bulunduğu Yunanlı yazarlar yanında, Romalılar Yunan mitlerini benimsedikten sonra da Ovidius ve Virgilius gibi nispeten yeni yazarlar da bu konuları şiirlerinde işlemiş, daha da ileri götürmüşlerdir. Argonotların öyküsünü derlerken, daha çok Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nü ve Philip Wilkinson’un “Efsaneler  ve Mitler” isimli eserini esas aldık.

21 Ağustos 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Grek Kolonileri (MÖ. 750-550)

 


Karadeniz Arkeolojisi – Grek Kolonileri (MÖ. 750-550)

  

Bir kavmin ya da bir kent halkının tarımsal veya ticari faaliyetlerde bulunmak için kendi sınırları dışında elverişli topraklarda üsler kurup orayı yurt edinme sürecine “kolonizasyon” denir.

Eski Yunan kolonileri, genellikle ana kentlerden uzak, denizaşırı yerlerde kurulmuşlardır. “Dor istilası” nedeniyle Ege Denizi’ni aşarak güneye inen ve Yunanca konuşan kimi topluluklar buralarda elverişli buldukları topraklara yerleşmişlerdi. Her ne kadar ilk denizaşırı iskân faaliyetleri bir kolonizasyon hareketi olarak kabul edilebilirse de gerçek kolonizasyon, Eskiçağ tarihi literatürüne “Büyük Kolonizasyon Dönemi” olarak geçen; Ege, Marmara, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarında çok sayıda koloninin kurulduğu, MÖ: 750-550 arasına ilişkin 200 yıllık bir süreçtir.

Hellen Kent devletleri deniz aşırı ülkelerde yeni yerleşim alanları kurmaya başlamışlardır. Her koloninin ana kenti vardır.

Karşılıklı ticaret ve kültür alışverişi sonucu yeni bir ivme kazanan insanlık tarihi, sonuçları itibariyle hızlı bir evrim sürecine girmiştir. Hellen kolonilerinin bulundukları bölgedeki yerel halk ile kültürel etkileşimlerde bulunması, farklı kültürleri öğrenmelerini ve bunları Yunanistan ana kıtasına taşımalarına yol açmıştır.

Miletos’un başta  Marmara ve Karadeniz olmak üzere değişik  bölgelerde 90 kadar koloni kurduğu bilinmektedir. Karadeniz sahili başlangıçta Yunanlılar için gerek eski efsanelerin etkileri, gerekse bölgedeki yerli halk ile ilişki kurma konusunda çektikleri zorluklar nedeniyle daha az koloni kurulan bir bölgedir.

Sinope MÖ 8. yüzyılda Miletos tarafından Karadeniz’de kurulan ilk koloni olmuştur.

Yunanistan anakarasından gelen Megaralılar ve Boeotialıların birlikte kurdukları Herakleia Pontika (Karadeniz Ereğlisi) bir başka önemli Karadeniz kolonisidir.

Anadolu’da kurulan kentlerin eski yazıtlarda ve yazılı belgelerde bahsi geçmesi, Antik Çağ tarihçileri ve coğrafyacılarının günümüze ulaşan eserlerinde yer alması, 18. Yüzyıl Anadolu araştırmalarına ışık tutmuştur. Arkeolojik yüzey araştırmaları ve kazılar bu dönemde başlamıştır. Osman Hamdi Bey’in öncülüğünde bu araştırmalar Batılı bilim insanlarının (siyasi mülahazalarla da olsa) etkisiyle genişlemiştir. Nitekim Cumhuriyet Dönemi’nde  Alacahöyük kazısı ilk ulusal kazı olarak Orta Karadeniz coğrafyasında başlatılmıştır. Ardından Sinop, Samsun ve Trabzon yüzey araştırmaları ve arkeolojik kazılar gelmiştir.


 

Grek Kolonizasyonu

 

“Büyük Kolonizasyon Dönemi” (MÖ. 750-550) çok daha sonraki Roma kolonileri veya modern anlamdaki “koloni” ifadesiyle tam bir uygunluk içinde değildir. O dönemde Eski Yunanlar zaten oldukça geniş bir coğrafyada hareket halindeydiler ve kurdukları “koloniler” (apoikia’lar) bir kısmı dışında bağımsız birer siyasal ve toplumsal bir kent-devleti niteliğindeydi. Diğer bir deyişle ana kent ile oradan giden toplulukların kurdukları kent veya kentler (yani koloniler) arasında doğrudan siyasal bir bağ bulunmuyordu; artık onlar ayrı birer kent-devleti statüsündeydiler. Bu nedenle M.Ö. 8.-6. yüzyıl arasında gerçekleşen ve modern literatürde “kolonizasyon” olarak adlandırılan bu süreci ve “koloni” tanımını iyi anlamaya çalışmak gerekmektedir.

Karadeniz’de ise durum biraz farklıydı.

Pontos’un yerli halkından çekindikleri için Eski Yunanlann bu bölgede koloni kurmaları kolay olmamıştır. Örneğin Strabon (VII. 298), “...İskitlerin yabancıları kurban ettiklerini, insan eti yediklerini, kafataslarından içki içtiklerini...", anlatmaktadır. Keza Kırım’daki Tauri ve Kafkaslardaki Kolkhisliler de Eski Yunanların çekindikleri kabilelerdendi.


 

Karadeniz bölgesindeki en önemli koloni Miletosluların kurduğu Sinope (Sinop) idi. Eusebios kuruluş tarihini M.Û. 631 olarak vermektedir. Sinope’de balıkçılık çok önemli bir geçim kaynağıydı. Strabon (XII.545) Sinopelilerin balıkçılıkta ikinci olduklarını söylemektedir. Kent, ayrıca, mobilya kerestesi ve tuzlanmış ton balığıyla da ünlüydü. Fakat bu koloni kenti öylesine gelişmişti ki kendisi de Trapezus (Trabzon), Kotyora (Ordu) ve Kerasos (Giresun) gibi başka koloniler kurmuştu. Trapezus’un (Ksenophon, Anab. IV. 8.22) kuruluş tarihi Eusebios tarafından MÖ. 756 olarak verilmektedir. Trapezus bağımsız bir kent olmaktan ziyade Sinope’ye vergi ödeyen, ona bağlı bir koloniydi. O halde Trapezus’u kuran Sinope’yi de Trapezus’un kuruluşundan önceye (MÖ. 8. yüzyılın ilk yarısı) yerleştirmemiz gerekir. Sinope’nin tekeli, MÖ. 6. yüzyılda, Amisos (Samsun) tarafından kırıldı. Amisos, Miletos ve Phokaia (Foça) tarafından ortaklaşa kurulmuş bir koloniydi. Oinei (Ünye) ise, bu gelişmelerin ışığında Sinope yahut Amisos tarafından kurulmuş bir koloni kentiydi.

Bütün bunlar Eski Yunanların Karadeniz Bölgesi’ne M.Ö. 8. yüzyıl başlarında geldiğini göstermektedir.

 

Koloni Nasıl Kurulur?

 

Bir koloni kurma kararı tek  bir kişi ya da bir grup tarafından alınabileceği gibi, genellikle anakentteki halkın isteği doğrultusunda gerçekleşirdi. Arkeolojik kazılarda yahut yüzey araştırmalarında koloni kuruluşuna ait yazıtlar ele geçmiştir . Bu yazıtlarda koloni kurmak  ve kolonizasyonun nasıl gerçekleştirileceği, koloni kurucusunun  (oikistes) seçimi ve kolonistlerin toplanması, ana kent ile kolonin kent arasındaki ilişkiler ve koloninin statüsü gibi bilgiler yer alırdı. Koloni kurucusu tüm sorumluluğu taşıdığından, onun seçimi çok önemli bir işti. Kurucu ilk olarak, Delphoi'da ki tanrı Apollon'un kehanet merkezine danışır ve onaylanırdı. Kolonistler ilk yola çıktıklarında kadınları beraberlerinde götürmezlerdi; ancak koloni kurulduktan sonra kadınlar da giderdi.

Bazı koloniler yerli halk kovulduktan sonra kurulurdu; bazen de Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi) örneğinde olduğu gibi, yerli halk köleleştirilirdi. Koloni kurulacak yerin genellikle deniz ya da ırmak kenarında olmasına dikkat edilirdi. Toprak, ad çekme (kura) ile kolonistler arasında paylaştırıldığından, bir kolonistin sahip olduğu toprak parçasının adı “hisse/pay” anlamı taşıyan Eski Yunanca kleros olarak anılırdı. Kurucu ölünce kolonizasyon süreci tamamlanmış demekti. Kurucu ölümünden sonra “kahraman” ilan edilir ve tapınım görürdü. Ana kent ile koloni arasındaki siyasal kurumlar, kültler, takvim ve konuştukları dilin lehçesi birbirine benzerdi.

Koloniyi kuran ana kent ile koloni kent arasında ekonomik ve dinsel bağlar vardı. Her ikisinde de aynı tanrılara tapılırdı. Fakat koloni kenti, kendisini kuran ana kentten bağımsız ve özgür idi. Dolayısıyla, kendi anayasası, yönetim organları ile her koloni (apoikia) aslında bir kent-devleti (polis) idi. Bir de, yalnızca ticari amaçla kurulmuş olan pazar yerleri ya da küçük ölçekte ticari merkezler vardır ki, bunlara da emporiori (çoğulu emporia) denir.

Emporion, kent-devleti statüsündeki koloni kentinden gerek hacim, gerekse yönetim şekli bakımından daha küçük olup ticari çıkarlar için kurulmuştur; siyasi özerkliği yoktur.

 

Grek Kolonizasyonu Evreleri

 

Büyük Kolonizasyon Dönemi’ndeki koloni hareketinin iki aşamalı olarak gerçekleştiği kabul edilmektedir:

1. Evre: M.Ö. 750-650: Bu evrede sınırlı sayıda kent, kolonizasyonda rol oynar. Euboia Adası’ndaki Eretria ve Khalkis ile Megara ve Korinthos’dan giden kolonistler, Sicilya ve  Güney İtalya ile Khalkidike yarımadasına yerleşirler.

2. Evre: M.Ö. 650-550: İkinci evrede yoğun bir kolonizasyon hareketi görülür. Bu kez, Ege’nin kuzeyinde Trakya, Çanakkale, Marmara ve Karadeniz Bölgesi yoğun bir kolonizasyona sahne olur. Güney İtalya ve Sicilya’nın yanı sıra, Kuzey Afrika, Fransa ve İspanya’da da koloniler kurulur.


 

Grek Kolonizasyonuna Neden Olan Etkenler

 

Kolonizasyonun birkaç nedeni vardır. Bunlardan biri, tarım yapılabilecek topraklara olan gereksinimdi. Bu tür nedenlerle kurulmuş koloniler “tarımsal” nitelikli idiler. Bir başka neden, kendi ülkelerindeki olanaksızlıklar idi. Yani kendi kendine yeterli olabilmek için öz kaynaklara sahip olamamak, yaşam koşullarını zorlaştırıyordu. Bu nedenle, ticari faaliyetlerde bulunarak gelişmek istiyorlardı. Bu tür nedenlerle kurulmuş koloniler “ticari” nitelikli idiler. Antik kaynaklarda kolonizasyon nedenlerine ait bazı bilgiler bulmak mümkündür: Kıtlık, düşman tarafından bozguna uğratılma, komşularıyla geçimsizlik, yoğun nüfus artışı, maden yataklarına sahip olma arzusu. Dolayısıyla, kolonizasyonu tek bir nedene bağlamak doğru değildir.

Özetle söylersek, kolonizasyonun nedenleri:

1.Yunanistan’ın büyük kesiminin dağlık olması ve tarıma elverişsizliği.

2. M.Ö. 8. yy da gelişen sanayi ürünlerini pazarlama ihtiyacı yani ticaret ve Yunanistan’da zaman içinde artan nüfusa yeni topraklar, yeni pazarlar sağlamak.

3. İç siyasi kavgalar.

4. Maden yataklarına sahip olma arzusudur.

Kolonizasyonun sonuçları ise, Yunanların yabancı ülke halkları ile kaynaşması, kendilerinden farklı dil konuşan insanları (barbarai) ve onların kültürlerini tanımaları, Yunan kültürünün yayılması ve yabancı kültürlerden etkilenmesi, Ege, Akdeniz ve Karadeniz dünyasındaki ticaretin yoğunlaşmasıdır. Kolonizasyon süreciyle bir anlamda antik dönemin dünyası küçülmüştür.

Bu durum, ister istemez oluşan bir Hellenleştirme izlenimi uyandırmaktadır.

Karadeniz keşfedildikçe Pontos deyişi, mitoslardaki yerini alarak Yunan tanrılarıyla ifade edildi. İason (Yason) ve Argonotları Altın Postu bulmak üzere Karadeniz’e açılmaları ve benzeri mitoslarla Karadeniz’in konuk sevmeyen “kara” yüzü konuksever anlamındaki Pontos Euksinos’a dönüşmüştür.  

 

Kaynaklar:

 

 

Oğuz Tekin - Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yay. 2008

Ksenophon, Anabasis (On Binlerin Ric’ati), Çev. Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi, İst. 1939,

Strabo, Coğrafya (Geographika XII-XII-XIV), Arkeoloji ve Sanat Yay. İst. 1993

Murat Arslan, Arrianus'un Karadeniz Seyahati (Arriani Periplus Ponti Euxini), Odin Yay. 2005

 

21.08.2024, Ünyekent

14 Ağustos 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – İskitler

 


Karadeniz Arkeolojisi – İskitler

  

MÖ. birinci binyılda Kimmerler ile aynı coğrafyada yaşayan ve onlarla akraba olan atlı göçebe kavimdir. İskitler Karadeniz’de ve Anadolu’nun iç kesimlerine Kimmerler’i önlerine katarak giren ve bölge tarihinde önemli bir yere sahip savaşçı toplumlardı.

Kültürel kalıntıları birbirine benzeyen bu atlı göçebe toplulukları birbirinden ayırt etmek oldukça güçtür. Her iki kavim de Karadeniz’in kuzeyinden hareketle Anadolu’ya girmişlerdir. Karadeniz’in kıyı kesiminde ve dağlık bölgelerde yaşayan birçok kavimle savaşmış ve bazı topluluklarla kaynaşmıştır.

Son dönemde Karadeniz’in kuzey kesiminde yapılan kazılarda ve bazı yazılı belgelerde İskitlere ait bilgiler elde edilmiştir.



 

İskitler Kimdir?

 

İskit savaşçıları Milattan Önce 8. yüzyılın sonları ile 7. yüzyılın başlarında geniş Avrasya kıtasının büyük bir bölümünü fethedip birleştirerek Batı, Yakın Doğu, Hindistan ve Çin’de olmak üzere antik dünyanın neredeyse tamamında felsefe çağını ve Klasik Çağ’ı doğuracak, yenilikçi bir imparatorluk yarattılar.

Atların ve bozkırların efendisi olan İskitler, kurdukları şehirler, başkentleri, çarpıcı şıklıktaki giyim tarzları, devlet yapıları ve Buda, Lao Tzu gibi düşünürlerin fikirleriyle dünya medeniyetine çarpıcı katkılarda bulundular.

İskitler veya doğu bölgelerindeki isimleri ile Sakalar, Avrupa'nın doğusu (Kırım ve Pontik Bozkırları) ile Orta Asya'da, Tanrı Dağları ve Fergana Vadisi'ni de içine alan bölgelerde yaşamış, Tuva ve (Altay-Sayan) kökenli, Doğu Avrasya-Batı Avrasya kültür ve genetik bileşenlerini içerdiği varsayılan heterojen göçebe halktır.

İskitler için tarih boyunca Grek kaynaklarında Skuthēs (Σκύθης), Asur kaynaklarında Aşguzai, Fars kaynaklarında Sakā ve Çin kaynaklarında Sai tabirleri kullanılmıştır.

Greklerden Çinlilere kadim dünyanın tüm halklarının bildiği bu halk ilk bozkır imparatorluğunu yaratmış ve müteakip Moğol ve Türkî imparatorlukların da altyapısını hazırlamıştır.

Vatanlarını yanlarında taşıyan bu halk düşmanlarını at sırtında ok yağmuruna tutar, dehşet saçardı. Çiftçilik yapmamışlar, hayvancılıkla geçinmişlerdi. MÖ 1. binyıl boyunca Güney Rusya’da, Yakın Doğu’da ve Tuna’ya kadar uzanan bölgede eşine az rastlanır bir güç haline gelen ve Hellenistik dönemde tekrar yerlerinden edilen bu atlı-göçebeler, antik dönemlerden bugüne tarihçilerin ilgisini çekmiş ve araştırmaların odağı olmuşlardır. Kurganları, seferleri ve sanatlarıyla gerek yaşadıkları dönemde gerekse de sonrasında tarihçilerin, coğrafyacıların ve gezginlerin yapıtlarında müstesna bir halk olarak tarihte kendilerine yer edinmişlerdir.

Herodotos onlar için: “Onlara saldıran hiç kimse kaçamaz ve bulunmamak isterlerse hiç kimse onları yakalayamaz.” demiştir. Diğer yandan İskitlerin kökeniyle ilgili olarak: “Göçebe İskitler bir zamanlar Asya'da yaşardı ve orada Massagetler ile savaşa girdiler. Savaşta başarısız olduklarından dolayı evlerini terk ettiler ve Aras'ı geçip, Kimerya ülkesine girdiler.” demektedir.

Kristiansen’e göre İskitler, Kimmerler gibi, Karadeniz'den Güney Sibirya ve Orta Asya'ya kadar yayılmış çeşitli grupları ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Yeni Ahit'in, Koloseliler 3:11 adlı kitabında, İskitlerden bahsedilmiştir.

Bazı araştırmacılara ve Türkologlara göre ise İskitler Prototürk-Öntürktür.

 

İskitler Türk mü?

 

Türk Tarih Tezi’nden bu yana en çok tartışılan konulardan biri budur. Ne var ki, bu tezi doğrulatacak yeterli kanıt mevcut değildir. Osetler, Lehler, Macarlar, Slavlar ve Keltler kendilerinin aslen İskit kökenli olduklarını ileri, sürerler.

 Günümüzde çoğunlukla İrani bir toplum olduğu kabul edilmesine rağmen (Bkz. Encyclopedia Britannica, İngilizce, Kasım 2019), genellikle Türk türkolog ve tarihçiler tarafından desteklenen ve İskitlerin Türk kökenli bir toplum olduğuna dair iddialar da bulunmaktadır. Son dönem Esik ve Pazırık kazılarını bu iddialara kanıt olarak kabul etmektedirler.      

 





Esik ve Pazırık Kazıları

 

Esik Kurganı, 1969 yılında Kazakistan SSC'nin Salgar alüvyonlu toprağının 20 kilometre doğusunda Kemal Akişev başkanılığındaki Kazakistan Tarih, Etnografya ve Arkeoloji Enstitüsü'nün arkeolog timi tarafından keşfedilen İskit /Saka kurganıdır. MÖ 5. yüzyıldan kalma olduğu düşünülen kurgan, Kazakistan'da gün ışığına çıkarılmıştır. Altın elbiseli adam zırhı bu kurganda bulunmuştur. Zırhın çıkarıldığı yerde bulunan İskit (saka) yazıtlarında bu zırhın ait olduğu kişinin 18 yaşlarında bir prens olduğu yazmaktadır.

Esik kurganında bulunan diğer buluntular ve bir tasta bulunan yazının proto-Türklere ait olduğu iddia edilmekte ve Göktürk alfabesiyle benzeştiği savunulmaktadır. Kazak Türkolog Altay Sersenulı Amanjolov Eski Türk yazısının tarihi adlı kitabında bu yazının 1971'de Orhun yazısının kullanılarak çevrildiğini not edip yazının çevirisini ve transliterasyonunu vermiştir. Türkçe okuma denemesi yapan bilim insanlarının hemen hepsi en sondaki "azık" kelimesinde hemfikirdir. Yiyecek anlamına gelen bu kelime, bir yemek kabının üzerine yazılması açısından, bilim insanları tarafından mantıklı kabul edilmektedir.[ Ahmet Bican Ercilasun-Altın Elbiseli Adam. 10 Temmuz 2019 tarihli makale.]

Pazırık Kurganı, Altay bölgesinde, MÖ 3. ve 6. yüzyıllara ait İskit sanatının, özellikle halı ve küçük el sanatlarının, örneklerinin bulunduğu bölgedir. Bölgede ele geçirilen objeler ve eserlerden dolayı UNESCO Dünya Mirası Bölgelerinden birisidir.

Altaylar'da MÖ 3. yüzyıl olarak tarihlenen bu kurganda Arkeolog Sergei Ivanovich Rudenko'nun keşfettiği MÖ 5. yüzyıla ait eserler İskitlerin İran, Hindistan ve Çin ile güçlü ticaret bağlantıları olduğunu göstermektedir. Bulunan eserler arasında en değerlilerinden birisi İskit halısıdır. Boyu 200, eni 189 cm, kalınlığı 2 mm olan bu Pazırık Halısında, her 10 cm2'de 36.000 düğüm bulunmaktadır. Dünyanın en eski halısı olarak nitelendirilen Pazırık halısı, Ermitaj Müzesi'nde sergilenmekte ve Türk halı sanatıyla benzerliği üzerinde durulmaktadır.



 

İskit Dili

 

İskit dilinin Hint-Avrupa dil ailesinde yer alan Kuzeydoğu İran dilleri grubuna ait olduğu ileri sürülse de Mirfatih Zekiyev'e göre ise İskitler'in İrani bir dil konuştuklarına dair birinci el kaynak bulunmamaktadır. Hatta İskitler Hint-Avrupa teorisi ortaya çıkana kadar, genellikle Türk kabul edilmiştir. İskitlerin İran dili iddiasındaki yazarlar derledikleri iskitçe kelimelerin ancak üçte birini İran dili ile açıklayabilmektedirler.[ Kazi Laypanov/ İsmail Miziyev, Türk Halklarının kökeni, Selenge yayınları, 2008]

 

Alp Er Tunga (Afrasiyab)

 

İskitlerin bilinen en önemli kralları Alp Er Tunga’dır. Alp Er Tunga, Perslere karşı giriştiği savaşlarda gösterdiği yiğitliğiyle bilinen bir destan kahramanıdır. Firdevsi’nin  Şehname’sinde Turac hükümdarı Afrasiyab olması muhtemelen olan Alp Er Tunga İran’a girip Azerbaycan’ı almış, kızını İran tahtına geçen Tahmasp’a vermiştir. Bu evlilikten doğan torunu Zu daha sonra dedesini yenmiştir. Türkçe Alp ve Tonga kelimeleri “yiğit” Er ise “erkek” anlamına gelmekte olup, XIX. yüzyılda Rus oryantalist Vasili Radloff Alp Er Tunga’nın tarihi bir şahsiyet hatta efsanevi karakterin gerçek adı olup, Kahraman adam anlamında genel bir kelime ve lakap olduğunu iddia etmiştir. Alp Er Tunga muhtemelen Afrasiyap’a Türklerce takılan lakaptır. Bir başka iddia, Afrasiyab deyişi Alp Er Tunga’ya Perslerin verdiği isimdir.

Tarihi kayıtlara göre "Türk Hakanı" Alp Er Tunga M.Ö. 7. yüzyılda yaşadı. Saka Türklerinin lideriydi. Perslerle mücadele etti. Hakkındaki efsanelere göre Türkistan, İran'ın bir bölümü ve Azerbaycan'ı kapsayan bölgede 'Turan İmparatorluğu' kurdu. Türk tarihinin en eski edebi ve siyasi metinlerinden kabul edilen Divan-ı Lügat-it Türk'te de Kutadgu Bilig'de de adil bir hükümdar ve kahraman bir savaşçı olarak adı geçiyor.

Alp Er Tunga ve Zaloğlu Rüstem

 

Alp Er Tunga Destanı

 

Göktürk kitabelerine göre, Alp Er Tunga’nın adına uzun süre yuğ törenleri düzenlenmiştir. Firdevsî, Şehnamesinde Alp Er Tunga-İran mücadelesini işlemiştir. Bu destanın son parçalarından biri olduğu sanılan bir sagu (mersiye) Divan ü Lügat-it-Türk’tedir. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı eserinde «Bu kahramanın asıl Türk adı, Tunga Alp Er’dir. Ancak Tacikler (hanlılar) ona Afrasiyab demişlerdir» diye bahseder. Turfan yakınlarında Bezeklik tapınağında Alp Er Tunga’nın kanlı bir resmi bulunmuştur. Mesudî’ye güre Göktürkler, Alp Er Tunga’mn soyundandır. Birçok Türk kavmi, özellikle Uygurlar ve Karahanlılar onun soyundan geldiklerine inanırlardı. [Özhan Öztürk Makaleleri, Mitoloji, Gezi, Tarih]

Alp Er Tunga Destanı, Saka / İskit hakanı Alp Er Tunga’nın İranlılarla yaptığı savaşları anlatır. Bu konudaki bilgiler, Firdevsi’nin Şehnamesine dayanmaktadır. Yusuf Has Hacip’in  Kutadgu Bilig adlı yapıtında bu kahramanla ilgili beyitler bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut‘un Divan-ı Lügatit Türk adlı yapıtında da kahramanla ilgili sagu vardır. Alp Er Tunga Destanı’nın tümü elimizde yoktur. Turan savaşları sırasında Zaloğlu Rüstem ile giriştiği mücadele sırasında pusuya düşürülüp öldürüldüğü rivayet edilir.

Alp Er Tunga öldi mü?

Isız ajun kaldı mu?

Ödlek öçin aldı mu?

Emdi yürek yırtılur.


 

Tomris Hatun

 

MÖ 6. yüzyılda yaşadığı sanılan, Antik Doğu İran dillerini konuşan Massaget konfederasyonu üzerinde hüküm sürmüş Türk tarihinin ilk kadın hükümdarı kabul edilen efsanevi kişiliktir. Pers ve Med toplumu üzerinde hüküm süren Ahameniş İmparatorluğu ile büyük bir mücadeleye girişmiştir. MÖ. 529’da Pers hükümdarı Kiros’la efsanevi savaşı konu edilir.

Heredotos’un bahsettiği kadın savaşçı Amazon tiplemesi esasen Saka / İskit kadın askerlerine dayanır. Bu savaşçı kabilelerin kadınları da iyi savaşçıdır. Çok iyi ata binerler, kılıç kullanırlar. Sol memeleri ok atmalarına engel olmaması için kesiktir. Antik dünyanın önemli kadın figürü olarak Amazon kadınlarının yaşadığı yerlerden biri olarak günümüz Samsun/Terme topraklarında bulunan Thermedon Irmağı havzası gösterilmektedir.

Heredotos’un Tarih’inde yer alan bu ayrıntılar bugün arkeolojik kazılarla doğrulabilmiş değildir. Buna karşın antik tarihçilerin ve coğrafyacıların Grek Kolonileri konusu arkeolojik kazılara yön vermektedir.

 

Kaynaklar:

 

 

Herodotus, Herodot Tarihi (nşr. M. Özmen), İstanbul 1991

Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, TÜBİTAK Yay. Ankara 2005.

Christopher I. Beckwith: İskitler - Tarihleri, Kültürleri ve Dünyaya Etkileri - Kronik Kitap, 2024

Hermann Parzinger, İskitler, Kökenleri, Kültürleri ve Mirasları, Runik Kitap, 2023

Kristian Kristiansen, Europe Before History. Cambridge University Press. 1998

İlhami Durmuş, İskitler, Akçağ Yayınları, 2012 Ankara

 

14.08.2024, Ünyekent