24 Ağustos 2012 Cuma

GÜNLERLE GELEN


İKİ ŞEHRİN HİKÂYESİ – 5
(son)

Ahmet Derya Varilci

Yazar Cemil Meriç kendi hayat hikâyesini anlatanları pek sevmez. Bir Fransız tekerlemesine benzetir bu tür anlatıları…
“Mezar taşları gibi yalan söylemek.” deyimiyle açıklar.
Buna rağmen Cemil Meriç’in eserleri bütünüyle kendi hayat hikâyesidir.
“Birkaç sayfada bütün bir ömrün muhasebesini yapmak hem tehlikeli hem de abestir.” der demesine ama yazdıklarını çoğunlukla bir “hâl tercümesi” olarak görür. Hatta bu anlatılar onun için birer müdafaanamedir. Anlatırken kendini savunur. Kendini tanıtır. Ama “Önce kendimizi tanımamız gerek” der.
Çünkü ona göre kendimizi tanımak, insan erdeminin varabileceği en yüksek aşamadır.[1]

Ünye ve Fatsa

Ünye ve Fatsa’yı anlatırken daha çok kendi tanıklığıma, yaşadıklarıma ve edindiğim bilgilere başvurdum. Bir çeşit “kendimi” yazmak, kendi yaşam öykümü kaleme almak gibiydi… Birkaç sayfada bütün ömrün muhasebesini yapmaya benziyordu bu iki şehrin hikâyesini anlatmak. Tıpkı Charles Dickens’in İki Şehrin Hikâyesi’nin o ünlü giriş tiradındaki gibi:
“En iyi zamanlardı, ya da zamanların en kötüsüydü, akıl çağıydı ve aptallık çağıydı, inanç dönemi ve kuşku dönemiydi, ışık mevsimi ve karanlıklar mevsimiydi, umut baharı ve umutsuzluk kışıydı, önümüzde yaşamamız için her şey vardı ve yaşayabilmek için önümüzde hiçbir şey yoktu, hepimiz doğrudan cennete gidiyorduk ve hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk; kısacası o dönem, tıpkı şimdiki gibi o kadar uzaktaydı ki, kimileri iyi ve kötü kavramlarının üstünlük derecelerini karşılaştırdığında, o günlerin gelmiş geçmiş en iyi günler olduğunda ısrar ediyorlardı.”[2]

Yıllar Sonra yeniden Ünye’ye dönüşüm

Döndüm işte. Bu defa ayrılık uzun sürdü. Aradan asırlar geçti sanki. Bıraktığım şehir bu değildi aslında. Sahile bakan bahçe içindeki evlerden hiç biri kalmamıştı. Hollywood dekoru gibi yan yana devasa apartmanlar sıralanmış. Sokaklarda fazla tanıdık gelmeyen suretler. Şurada bir yerde, ben gitmezden önce bir çay bahçesi vardı. Şurada da tek kale top oynadığımız sokak.
Şimdi hiç biri yok, yıllar önce bıraktığım Ünye nerede?
Ya Askerlik şubesi? Çift sütunlu giriş kapısıyla taş zemin üzerine inşa edilmiş o şirin yapı yıkılmış, yerine alelade bir bina dikilmiş...
Fatsa için de aynı durum söz konusu; 1970’li yıllarda başlayan dönüşüm her iki şehri de fena vurmuş, en fazla Ünye etkilenmiş bu hızlı ve çarpık kentleşmeden…
Çünkü Ünye’de Osmanlı dönemine ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait yüzlerce yapı vardı. Tarihi ev sayısı bakımından Ünye’den geride olduğu için yakın tarihimize rastlayan bu yıkımlarda Fatsa belki daha şanslıydı.[3]
Osmanlı yönetimindeyken kazandığı sayfiye konumunu Ünye Cumhuriyet döneminde de sürdürdü. Bu nedenle Ünye komşularına göre daha fazla tarihi eve sahip oldu.
Elinde sınırlı sayıda taşınmaz kültür varlığı bulunan Fatsa’nın tahribatı ise, Ünye’ye göre daha az görünüyordu.
Her halükarda her iki şehrin de eski görünümü kalmamıştı.
Yıllar sonra memleketime dönmüştüm.
Ama içimdeki hasret dinmemişti.
Bıraktığım şehir bu değildi.       

Fatsa’nın “Kentsel Dönüşümü”

Ünye’deki “yeni” yaşamımdan söz ederken, bu kentte geçen çocukluk ve gençlik yıllarıma benzemeyen, o günlerin heyecanından uzak bir Ünye’yi yaşamaktaydım. Adeta yabancısı olduğum bir şehirdi Ünye.
Çok geçmeden çevreye uyum sağlamaya, var olana ve gelişmekte bulunana alışmaya başladık. İçime sinmese de…
Ünye’de yaşadığım yabancılaşmayı, Fatsa’da misliyle yaşadım. Fazla aşina olmadığım Fatsa’yı adeta daha önce hiç ayak basmadığım bir yer gibi gezdim. Görünüşte, bölünmüş sahil yoluyla daha büyük bir kent havası kazanan Fatsa’nın parkını bahçesini ve köyden sahile taşınmış ambarını görünce rahatsızlığım arttı. Fatsa’ya giydirilen elbiseyi beğenmedim. Ne eski, şirin kasaba görünümü vardı, ne de modern bir kent havası…
Bu yönüyle Ünye de Fatsa’dan geri kalmazdı. Fatsa’da yapılan her değişimden Ünye de nasibini alıyordu. Örneğin Fatsa sahiline yerleştirilen ambarın bir benzeri çok geçmeden Ünye sahiline de dikildi.
Fatsa sokaklarında dolaşırken, eskiden kalma bir sokak, tanıdık bir yapı ve insan aradım.  
Bir zamanlar Orta Büyük Cami’nin ardında sıralanan küçük dükkânlar vardı. İçlerinden biri ayakkabı dükkânı idi ve yıllar önce bizden (babamdan) toptan mal alan Fatsa esnaflarıydı. Şimdi hiçbiri kalmamış. Carrefour-sa olmuş Orta Büyük Camiye bakan küçük dükkânların sıralandığı blok. Terzi Mehmet’le Terzi Muhittin yıkımdan kendini kurtarabilen iki esnaf yalnızca… Sığınmışlar birbirlerine, yan yana duruyorlar. Fatsa Büyük Cami ardında kurulan eski pazaryeriydi burası. Şimdi büyük bir alışveriş merkezi var yerinde. Hemen yanı başında Mado. Fatsa’nın bir başka yerine de LC. Waykiki açılmış.
Fatsa alışveriş merkezleri açışından Ünye’den ileride… Büyük şehirlerde gördüğümüz yapılanmanın daha küçük modelleri Fatsa’da ve ardından Ünye’de boy göstermekte. Böylece birbirine benzeyen şehirler dizisi ortaya çıkmakta.
Ünye ve Fatsa her geçen gün diğer şehirlere daha fazla benziyor… Görüntüsünü yitiriyorlar, karakteristik yanı kalmıyor. Eğer yaşananlar da olmasa tümüyle farksız diyeceğiz herhangi bir şehirden.

Sonuç

Günümüzün Londra’sı ve Paris’i de farksızdır birbirinden. Eiffel Kulesi, Seine Nehri ve Louvre’u, Şanzelize’yi bir kenara bırakırsak Paris’ten geriye fazla bir şey kalmaz. Londra’nın Kule köprüsünü, Thames’i, Bigbang’i, Buckingham’ı ve Trafalgar Meydanını bir kenara bırakırsanız kent’ten geriye fazla bir şey kalmaz. Çünkü onlar Paris’i Paris, Londra’yı Londra yapan etkenlerdir. Bu eserlerin her biri, tarihsel bir yük taşır. Onları karakterize eden şey yaşanmışlıklarıdır.
Paris’in meydanlarında giyotinle kesilen başların tarihi çok geride kalsa da, Dickens’in kahramanı Madam Defarge’in çığlıkları hala kulaklarımızda çınlamaktadır.
Ünye’nin ve Fatsa’nın hikâyesinde daima çekilen acıların, yaşanan mutlulukların izi olacaktır.         


Dipnot:

[1] Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yay. s. 21, İstanbul, 2010
[2]  Charles Dickens, “A Tale of Two Cities” Plain Label Books; Chapter One-The Period. P.6

[3] 2011 Ordu Envanteri’nde görüleceği gibi hali hazırda Ünye’de 80 küsur taşınmaz kültür varlığı varken, Fatsa’da 13’ü Kabakdağı Köy evleri olmak üzere toplam 21 adet taşınmaz kültür varlığı tespit edilmiştir. Bu rakamlar Ünye için bir övünç değil, aksine hicap unsurudur, yok edilen tarihi değerlerin bilânçosudur.

Ünyekent'te bir deneme yazısı... 08 Haziran 2012



Terzi Mehmet ve Terzi Muhittin

 Fatsa Çarşısı

Mado ve Carrfour-sa

 Ünye Orta Çarşı

 Ünye'nin arka sokakları...

A Tale of Two Cities (İki Şehrin Hikayesi)
Charles Dickens

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder