25 Eylül 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi - Helenistik Dönem (I)

 


Karadeniz Arkeolojisi - Helenistik Dönem (I)

 

“İskender’in Hellespont’u geçtiği M.Ö. 334 yılı, Hellen Uygarlığı ve bütün dünya için büyük önem taşıyan yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. “Hellenistik Çağ” olarak bilinen ve Augustus ile son bulan (MÖ. 330-30) yaklaşık 300 yıllık bu tarihi dönemde, Hellen Uygarlığı Asya ve Afrika’ya değin yayılmıştır.”

                                                       Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal

 

Büyük İskender, antik dünyanın en büyük askeri dehalarından biri olarak düşünülür. O zamanlar keşfedilen dünyanın neredeyse yarısını ele geçirerek, sınırları Makedonya’dan Hindistan’a uzanan büyük bir imparatorluk kurdu. Sınırlarını genişletmek için giriştiği bütün savaşlardan zaferle çıktı.

Büyük İskender 13 yıllık krallık süresince kazandığı zaferleri büyük oranda Makedonya ordusuna borçludur. En dar manada İskender’in ordusu yaya ve atlı askerlerden oluşuyordu. Yaya (piyade) askerler, ordunun bel kemiğini teşkil etmekteydi. Piyadelerin özünü ise Falankslar oluşturmaktaydı. Falanks birlikleri, o dönemin bütün askerlerinden daha iyi silahlara ve zırhlara sahipti. Bu askerler sayesinde, düşmanın direnişi büyük ölçüde kırılıyordu. Kusursuz bir disipline sahip olan Falankslar, savaşın en şiddetli anlarında bile düşman karşısında bozulmuyor ve disiplinini koruyabiliyordu.[1]

Ordunun gücüyle Büyük İskender’in savaş taktikleri birleşince, yapılan seferlerde başarı elde edildi.

 

Büyük İskender ve filozof Aristoteles



Büyük İskender ve Doğu seferi

 

Büyük İskender (III. Aleksandros), II. Philippos ile Olympias’ın oğluydu. İyi bir eğitim aldı, Aristoteles’in öğrencisiydi. Babasının ölümünden sonra, M.Ö. 336’da 20 yaşında bir delikanlı iken Makedonya tahtına geçti. İlk işi babasının katillerini cezalandırmak oldu. Daha sonra Korinthos Birliği tarafından birliğin hegemorı’u (önderi) ve Pers seferinin de komutanı seçildi. İskender, bir yandan TrakyalIları ve Illyrialıları kontrol altında tutmaya çalışırken, öte yandan Pers İmparatorluğuna karşı yapacağı seferin hazırlıklarıyla meşgul oluyordu.

Makedonya ve Yunanistan’daki meseleleri babasının subaylarından Antipatros’a bırakan İskender, içlerinde okçuların da bulunduğu 30.000 piyade ve 5.000’den fazla süvari ile Hellespontos’a (Çanakkale Boğazı) yöneldi.

M.Ö. 334 baharında Anadolu’ya geçti. İlk iş olarak Ilion’a (eski Troia) gidip, Athena’ya kurban sundu; Troia Kralı Priamos’un mezarını ziyaret ederek Troia Savaşı kahramanlarına karşı saygısını dile getirdi.

Perslerle ilk karşılaşma Granikos (Biga Çayı) yakınında oldu. Persler kesin bir yenilgiye uğradılar (M.Ö. 334). Granikos Savaşı ile Anadolu’nun kapısı İskender’e açıldı.[2]

Granikos zaferinden sonra İskender, Hellespontos Phrygiası’nın başkenti Daskyleion’u (Bandırma'nın 30 kilometre güneyinde) herhangi bir karşı koyma ile karşılaşmadan ele geçirdi.



İskender güneye inerek Lydia’nın başkenti Sardeis’e doğru yürüyüşe geçti. Kente yaklaştığında Lydia Satrabı Mithrines ve beraberinde bulunan, kentin ileri gelenleri İskender’i karşıladılar ve kentin teslim olacağını bildirdiler. İskender, Pers dönemindeki yerel yönetim mekanizmasını (satraplık düzeni) bozmadı; sadece idarecilerini değiştirdi. Özellikle mali ve askerî yetkiler Yunanların ve Makedonların kontrolüne verildi.

Ephesos, Magnesia ve Tralleis’ten (Aydın) sonra Miletos’taki direnişi kırarak kenti ele geçirdi. Karia’ya yürüyerek uzunca bir direnişten sonra Halikarnassos’u teslim aldı.

Askania Gölü’nün (Burdur Gölü) kıyısını izleyerek Phrygia’ya giren İskender birkaç günlük yürüyüşten sonra Kelainai’a (Dinar) vardı. Çoğunlukla Pers Satrapları anlaşma yolunu tercih ederek, direnmeden teslim oluyorlardı.

 


Gordion Düğümü

 

Kelainai’dan ayrılan İskender, Phrygia’nın önemli kentlerinden ve eski Phrygia Krallığı’nın başkenti olan Gordion’a (Yassıhöyük) geldi. Arrianos’tan öğrendiğimize göre kral, orada Midas’ın sarayına giderek, Gordios’un efsanevi arabasını ve boyunduruğundaki kayışları görmek istedi. Biliyordu ki efsaneye göre, arabanın boyunduruğundaki kayışı çözen kimse “Asya’nın hâkimi” olacaktı. Bundan sonrasını Arrianos’un ağzından dinleyelim:

“...Bu kayış kızılcık ağacının iç kabuğundan yapılmış, ne başlangıcı ne de sonu belli olmayan bir bağ idi. Bazılarının dediğine göre İskender kayışı çözmenin imkânsız olduğunu anlayınca Phrygia halkının kendisinden kuşku duymasını istemediğinden kayışı kılıcıyla kesmiş. Ve böylece düğümün artık çözülmüş olduğunu ilân etmiş.”[3]

Ertesi gün İskender Galatia’daki Ankyra’ya (Ankara) doğru yola çıktı. Burada onu Paphlagonia heyeti karşıladı. Onları Phrygia satrapı Kalas’ın idaresine bağlayan İskender Tarsos’a yönelerek Kilikya’yı ele geçirdi. Paphlagonia, İskender’in Karadeniz kıyı bölgesiyle tek bağlantısıydı. Çünkü rotası güneye ve daha sonra doğuya doğru yöneldi.

 


İssos Savaşı

 

İskender rahatsızlığından ve Tarsos’ta ve teftişten dolayı da bir süre Soloi’da kaldıktan sonra tepelerdeki Kilikialılara tekrar akın yaptı. Pers kralı Dareios ise Issos’a (Yeşil Höyük, eski adıyla Kinet Höyük) doğru yola çıktı.

Dareios’un ordusu Pinaros Irmağı’nın (Deliçay veya Payas Çayı?) kuzeyinde, İskender’in ordusu ise güneyinde mevzilendi. Birtakım manevralardan sonra ordusunu savaş düzenine soktu. Sağ ve sol kanatlara komutanlarını görevlendirdi. İskender’in saldırıya geçtiğini öğrenen Dareios ordusunun bir bölümüne karşı taarruz emri verdi. Şiddetli bir savaş oldu. İskender, sayıca daha fazla askere sahip olan Dareios’un ordusu karşısında üstünlüğü ele geçirdi. Dareios, kalkanını, pelerinini ve hatta yayını bile savaş arabasında bırakarak atına atlayıp kaçtı. İskender, Pers kralının bıraktığı eşyaları alarak karargâhına döndü. Dareios’un çadırında bulunan annesi, karısı ve üç çocuğunu esir aldı (M.Ö. 333)

İskender buradan Suriye’ye yöneldi ve Mısır’ı fethetti.

 

Gaugamela Savaşı

 

İskender, MÖ. 331’de Mısır’dan ayrılarak, Pers Kralı Dareios’un asıl ordusunun bulunduğu Babylonia’ya girdi. İki ordu Mezopotamya’da Arbela (Erbil) yöresindeki Gaugamela Ovası’nda karşılaştı. Savaş taktiği ve İskender’in zekâsı, Pers ordusunun bozguna uğramasına neden oldu; Dareios kaçtı. Gaugamela Savaşı’ndan sonra İskender, “Asya Kralı” ilân edildi; Persler ise bir daha toparlanamadılar.[4]

İskender, Pers İmparatorluğumun başkentleri olan Babylon, Susa, Persepolis ve Ekbatana’yı (bugün Hemedan) ele geçirdi; imparatorluğun hazinelerine el koydu. Antik kaynaklarda İskender’in eline geçen Pers servetinin 40-50 bin talantotı (yaklaşık 1.000 ton altın) arasında olduğu öne sürülmektedir. Bir süre sonra Dareios, kendi adamlarından biri olan Baktria Satrabı Bessos tarafından öldürüldü.

MÖ. 327-325 yılları İskender’in Hindistan seferine çıktığı yıllardır. Böylece imparatorluğun doğu sınırlarını Hyphasis ve Aşağı Indos (Sind) havzasına değin genişletti.

Ne var ki, İskender çok geçmeden ateşli bir hastalığa yakalandı. MÖ. 323’te, henüz 33 yaşındayken Babylon’da (Babil) öldü.


 

Persepolis

 

Antik dünyanın ilk imparatorluk başkentidir Persepolis. Yapımına M.Ö 521’de, Ahameniş İmparatorluğu’nun Pers Kralı Darius I zamanında başlanır. Döneminin en büyük zenginlik ve güç göstergesi olan bu şehir, “Krallar Kralı” unvanını taşıyan Darius’un imparatorluğuna, zamanda ve mekânda sonsuz olma anlamına gelen imperium sine fine (sonu olmayan imparatorluk) sıfatını Roma’dan çok daha önce kazandırır. 10000 kişilik tören salonu, görkemli yapıtları ve “Güneş’in Altındaki En Zengin Şehir” unvanıyla Persepolis; imparatorluğun, -bir anlamda dünyanın- ta kendisidir, orbis terrarum‘dur.[5]

Büyük bir yıkım tutkusuyla M.Ö. 331’de Persepolis’e giren İskender, şehri yerle bir ederek, Atina’nın intikamını alır. Persepolis yakılır ve İskender yıkma arzusunun en eski örneklerinden birini gerisinde bırakarak şehirden ayrılır.

Sonradan “büyük” (megas) unvanıyla anılacak olan İskender’e hayranlık duyma konusunda babası Philippos yalnız değildi. Aralarında Sezar (Caesar), Pompeius, Augustus, Caligula, Caracalla gibi Roma’nın meşhur şahsiyetleri ve imparatorları, Pontos Kralı Mithridates Eupator (VI. Mithridates), Fransa’nın ünlü generali Napolyon da aralarında olmak üzere tarihin birçok ünlü şahsiyeti Büyük İskender’e hayranlık duydu ya da öykündü. Fakat Roma’nın stoacı Filozofu Seneca ile Lucianus, Aziz Augustinus ve Dante gibi kimi entelektüellere ve hümanistlere göreyse İskender hayran olunacak, öykülenecek biri değildi. Onların nazarında İskender, kentleri yakıp yıkıp talan eden, onların felaketi olan, akıl sağlığına güvenilmez zavallı biridir. Yalnızca düşmanlarının değil dostlarının da felaketi olan bir adamdır. Öç alma hırsına sahip bir hayduttur. Nehirleri kana bulayan, yeryüzünün felaketi, yakıp yıkma iştahına sahip alçak bir adamdır. Tirandır, katildir, hırsızdır.[6]

Büyük İskender'in Persepolis'i yakıp yıkmdan önce kentte düzenlediği şölen

Otuz üç yıllık ömre dünyanın fethini sığdıran ve bunu sadece on üç yılda tamamlayan bir tarihi karakter olarak İskender, hakkında en çok söz edilen ve mitolojik kahraman düzeyine getirilen şahsiyetlerden biri oldu. Eski Türk yazınına ve İslami kaynaklara kadar sirayet eden bu karakterin açtığı Hellenistik Çağ sadece Anadolu’yu değil, tüm dünyayı etkiledi.

Peki, Karadeniz’e yansıması nasıl oldu?    

 

 

Kaynaklar:

 

Akurgal, Ekrem – Anadolu Uygarlıkları, Phoenix yay. Ank. 2017

Arrianos, Flavius - İskender’in Seferi (Aleksandrou Anabasis), Alfa Yay. İst. 2005

Odin Yay. İstanbul, 2005

Brunt, P.A.- Arrianus; Anabasis of Alexander, Volume II: Books 5-7. Cambridge,

Massachusetts: Harvard University Press. 2014

Tekin, Oğuz-Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İstanbul 2018, İletişim Yayınları.

Kaya, Mehmet Ali-Türkiye’nin Eskiçağ Tarihi, Cilt 3, Bilge Kültür Sanat Yay. İst. 2019

Timur, Barış - Yıkmanın Yaratıcı Tutkusu: İskender ve Persepolis, Fihrist, Makale-Eleştiri

 

25.09.2024, Ünyekent



[1] Falanks, Latince bir tıp terimidir ve parmak kemikleri anlamındadır. Falanks düzeninde hoplitler, omuz omuza dizilmiş saflar oluştururlar ve kalkanlarını birbirlerine kilitlerler. Piyadeler 5 m. uzunluğunda mızrak kullanırlar ancak hareketlerini engellememesi için kalkanları nispeten küçük olurdu. (Herodotos)

[2] Tekin, Oğuz, age. s. 122

[3] Arrianus, s. 57

[4] Tekin, Oğuz, s. 132

[5] Timur, Barış, adı geçen makalede; “dünyanın tekeri".

[6] Kaya, M.A, s. 31

18 Eylül 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Pers Egemenliği

 


Karadeniz Arkeolojisi – Pers Egemenliği 

 

“Onlar Batı’nın gözünde ‘barbarlıkları’ yüzünden Doğu’nun Hellenizm yoluyla uygarlaşmasını geciktirmişti. Oysa Orta Asya’dan Ege’ye uzanan Akamenid [Pers] hanedanlığı ilk dünya imparatorluğunu kurdu.” Dr. Olivier Casabonne

 

Kralları Büyük Kyros tarafından M.Ö. 547/546’da Lydia Krallığı’na son veren Persler, 200 yıl boyunca Anadolu’ya hâkim oldular. I. Darius (MÖ. 521-486) zamanında sınırlarını en geniş seviyeye getiren Persler’in bu hâkimiyet MÖ. 331’te Pers Kralı III. Darius’un Büyük İskender’e yenilmesiyle (İssos ve Gaugamela Savaşları) son buldu.


Pers kralı Kyros (MÖ. 559-530)

I. Darius (MÖ 549 - MÖ 485)


 

Anadolu’da Pers Hâkimiyeti

 

Kimmerler’in Frig egemenliğine MÖ 585’te son vermesi sonucu, Anadolu'da önce Medler (MÖ 585) daha sonrada Persler (MÖ 547) görülür. Persler bölgeyi ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce yönettiler.

Kimmerler’i takip eden İskitler, Karadeniz üzerinden Anadolu’ya gelmiş ve Kimmerler’i tarih sahnesinden silmişlerdi. Persler de MÖ. 529’da İskitler’in varlığına son verdi, Ardından Anadolu’daki Yunan hâkimiyetini yıktı ve 200 yılı aşkın bir süre Anadolu ve çevresine hâkim oldu.

Persler Anadolu’da kendi hâkimiyetlerini kurduktan sonra Anadolu’nun idari yapısında köklü değişiklikler meydana getirdi. Anadolu’yu satraplık adı verilen idari bölgelere ayırarak Anadolu’nun her köşesinde düzenli bir yönetim uyguladılar. Anadolu’da genel manada hoşgörülü bir politika izleyen Persler kendi kültürleriyle Anadolu kültürünü harmanlayıp mimari eserler ve çeşitli materyaller meydana getirdiler.

 

Kapadokya Satrapı Ariarathes adına basılan Sinope drahmisi (MÖ 333-322).

Karadeniz’de Pers Egemenliği

 

Persler’in Anadolu’nun tamamına hâkim olduğu dönem MÖ. 547-333 yılları arasındadır. Anadolu’nun diğer bölgelerine nazaran Karadeniz kıyıları ve Yunan koloni kentleri nispeten otonom yapılarını korudular. Ancak ticari ilişkileri ve tabi oldukları güç Batı’dan Doğu’ya kaydı. Karadeniz’deki Yunan kolonileri Anadolu’nun Pers egemenliğine girmesiyle birlikte Perslerin denetimine tabi oldular. Bu dönemde Karadeniz’in zengin maden yatakları ve ormanlar Perslerin eline geçti.

Sık sık Kimmer ve ardından İskit saldırılarına maruz kalan Karadeniz halkı, Pers işgali altında daha istikrarlı bir yaşam sürdü. Pers hâkimiyeti altında bölgede satraplık yönetimi dışında somut bir değişimden söz edilemez.

Pers kralı II. Kyros (MÖ. 559-530), MÖ. 546’da Lidya kralı Kroisos’u (MÖ. 560-547) mağlup etmesiyle birlikte tüm Anadolu, Karadeniz ve çevresi Pers işgali altına girmiştir.[1]

Karadeniz’in zengin maden kaynakları ve ormanlarının Perslerin eline geçmesiyle birlikte Pers orduları lojistik anlamda daha da güç kazandı.  

Darius I. (MÖ. 521-486) döneminde Anadolu’ya ve yakın çevresine hâkim olan Persler, vergi toplamak, asker derlemek, otorite kurmak gibi nedenlerle yönetimi altındaki toprakları 23 satraplığa (nomos; vergi bölgesi) ayırmıştır. Karadeniz’in Paphlagonia Bölgesi 3. Satraplık Bölgesi olup 300 talent vergi ödemekle yükümlüydü. Doğu Karadeniz Bölgesi ise, 19. Satraplık olup Ordu-Trabzon arasını kapsamakta ve yöre ahalisi 300 talent gümüş vergi ödemekteydiler.[2]

Persler, siyasal egemenlikleri zarar görmediği sürece çoğunlukla mevcut yapıların devam etmesi ya da daha etkin bir düzeye ulaşması yönünde bir eğilim gösterirler. Bölgelerarası ekonomik ilişkiler ve uygulamalar da, aynı şekilde, Pers idaresinin yerel özellikleri dikkate alan yönetim anlayışına paralel bir gelişim çizgisi üzerinden ilerler. Bu durumun en önemli yansıması kendini sikke üretim ve dağılımında gösterir. Özellikle, Anadolu’nun kıyı kesimlerinde ele geçen ve daha çok MÖ 5. yüzyıla tarihlendirilen sikke definelerinin baskın yerel özelliği, bu sikkelerin bölgelerarası ticari faaliyetlerden ziyade yereldeki ihtiyaçları karşılamak için üretildiklerini gösterir.

MÖ 330’da Kapadokya kralı I. Ariarathes adına basılan drahmiler, Gaziura’da olduğu gibi Pers standartlarında uygundur. Bu dönemde Amisos ile kıyaslandığında iç kesimler ile daha kolay ulaşıma sahip olan Sinope’un ticari potansiyeli hızla artmıştır. Yine bu döneme ilişkin olarak Sinope, Amisos ve Trapezus gibi bölgelerde çağın en önemli ağırlık birimlerinden olan gümüş sikkeler basılması, bölgenin zenginliğini ortaya koyması açısından önemlidir.[3]

Karadeniz Bölgesi,  Pers Krallığı için ekonomik bir kaynak ve askeri diğer hizmet alanları için elverişli bir bölge durumundaydı.


Persepolis  duvarlarında Pers rölyefleri

 Perslerin 5. ve 6. Yüzyıl Ön Asya’sına Damga Vurması

 

Tarihte parayı keşfeden ve ilk kez dolaşıma sokan Lydia Krallığıdır. Persler, Lydia Krallığını yıkmış, başkent Sardies’i ele geçirmişlerdi. Ancak Persler, Lydia’nın bu keşfine sahip çıkıp, Lydia Sikkelerini taklit ederek tüm Anadolu’da bir para ekonomisi kurmuşlardı. Karadeniz Bölgesinde de dönemin Pers sikkelerine rastlanması, egemen unsurların askeri-siyasi düzen yanında ekonomik yapılanmayı da sağladıkları anlaşılmaktadır.

Perslerin Anadolu, Ege, Akdeniz ve Yakındoğu’nun büyük bir bölümünde egemen olduğu MÖ 6. ve 5. yüzyıllara tarihlendirilen sikke definelerinin içerikleri ve bölgesel dağılımları ölçüt alındığında, Pers hâkimiyetinin bölgelerarası ticari-ekonomik ilişkilerin devamı, hatta gelişimi yönünde olumlu bir etkisinin olduğu görülür. Perslerin Anadolu’da iki yüz yıla varan (MÖ yak. 547-330) hâkimiyeti, Anadolu’nun değişik bölgelerindeki farklı sosyo-politik yapıları ve bölgesel ihtiyaçları göz önüne aldığı bir idari sisteme dayanır.    

II. Kyros (Büyük Kyros) önderliğinde Perslerin, Ön Asya tarihinde ilk kez belirli bir ulusa bağlı olmayan bir devlet kurma fikriyle hareket ettikleri düşünülse de; Pers Devleti esas olarak irili ufaklı devletler, şehir devletleri ile aşiret ve kabilelerin karışımından meydana gelen suni bir organizasyon olmaktan kurtulamamıştır. Bununla birlikte devletin her yerinde geçen tek para sistemi uygulaması, krallığa bağlı tüm ülkeleri baştanbaşa kat eden bir yol ağı ve bu yollar üzerinde düzenli bir posta teşkilatının kurulması ülke bütünlüğünü sağlamak için yapılan gayretlerin bir göstergesi durumundadır. Bu yollar içerisinde, üzerinde yüz on bir posta istasyonu bulunan Kral Yolu en önemlisidir. Bu yol Efesos’tan başlayarak Sardes üzerinden Sakarya’nın dirsek yaptığı yerde bulunan Gordion’a ulaşıyordu. Buradan Kapadokya’da bulunan Pteria’ya gidiyordu. Oradan Doğu Anadolu’nun engebeli arazisinden geçerek, Dicle Vadisi istikametinde Mezopotamya’ya ulaşıp Susa’da son buluyordu.[4]

 

Persler Anadolu'ya ne zaman geldi?

 

Lydia'nın başkenti Sardies'in, MÖ 546 yılında Pers krallığının kurucusu Kyros tarafından ele geçirilmesi ile Batı Anadolu Pers topraklarına katılmıştır. Pers egemenliğinin başlaması ile Yunanlıların MÖ 650'den MÖ 545'e kadar süren 100 yıllık dünya kültür liderliği sona ermiştir. Günümüz İran'ının antik sakinleri olan Persler; antik dünyanın MÖ 550'den MÖ 330'a dek gelişen en büyük ve en güçlü imparatorluklarından birini kurdular.

En güçlü döneminde –Akhamenid (Ahameniş) İmparatorluğu olarak da bilinen- Pers İmparatorluğu, II. Kyros önderliğinde Akdeniz’in doğusundan Hindistan’ın batı sınırına dek uzanıyor ve farklı farklı kültürler ile etnik gruplara ev sahipliği yapıyordu. İmparatorluk en sonunda MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender tarafından Asya Seferi sırasında fethedildi.

 

Antik Persler Kimdi?

 

Antik Persler, MÖ 2. binyılın sonlarında muhtemelen Kafkaslar veya Orta Asya’dan İran Platosu’na göç eden bir Hint-İran halkıydı. Esasen hayvanları ile birlikte bozkırlarda dolaşan çobanlar olan bu insanlar, etnik olarak Baktriyalılar, Medler ve Partlar ile akrabaydılar. MÖ 5. yüzyılda Yunan tarihçi Herodotos; bu insanların birkaç farklı kabileye bölündüğünü, bu kabilelerden en güçlüsünün Pasagard adlı kabile olduğunu ve Akhamenid klanının da bu kabileye mensup olduğunu yazmıştı.

Antik Asur kenti Nimrud’da bulunan ve Kral III. Shalmaneser’e ait olan Kara Dikili Taş.

Pers halkının varlığından ilk olarak Orta Doğu yerlisi bir etnik grup olan Asurluların kaynakları bahsediyor. Asurluların MÖ 9. yüzyıldaki kralı III. Shalmaneser, günümüzde Güneybatı İran olan bölgede yaşayan ve Parsua olarak adlandırılan bir halkla yaşadığı karşılaşmayı kayıt altına almıştı. Çivi yazısı ile yazılan bu kayıt, 1846 yılında keşfedilen ve III. Shalmaneser’in başarıları ile askeri eylemlerini abideleştirip kaydeden Kara Dikili Taş üzerinde yer alıyor. Bilim insanları bu kireç taşından obeliskin muhtemelen MÖ 825 yılında oyulduğunu düşünüyorlar.

İssos Savaşo MÖ. 333
 

Pers İmparatorluğu’nun Sonu

 

MÖ 334 yılında genç Makedon hükümdarı Büyük İskender, Çanakkale Boğazı’nı (Hellespont) geçti ve Pers İmparatorluğu’nu istila etti. Persler ile ilk savaşını Granikos (Biga Çayı) yöresinde yaptı.

Perslerin yıkılışını hızlandıracak olan İssos (Yeşil Höyük) savaşında, iki ordu bu bölgede bulunan Pinaros Irmağı’nda karşı karşıya geldiler. III. Darius ve Büyük İskender ordularının başında savaşa girdiler. Savaş, Büyük İskender’in ordusunun üstünlüğü ele geçirmesiyle Perslerin aleyhinde sonuçlandı ve Persler ağır bir yenilgi daha aldı (MÖ 333).

Büyük İskender, İssos zaferinden sonra Mısır bölgesini de Perslerden aldı ve MÖ 331 yılında Pers İmparatorluğu’na tamamen son vermek amacıyla Suriye üzerinden Mezopotamya’ya girdi. Gaugamela (Arbela) bölgesinde bulunan III. Dareios savaş hazırlıklarını tamamlamıştı. Büyük İskender ise ordusuyla buraya geldi. Böylece sonucu itibariyle büyük bir öneme sahip olan Gaugamela savaşı başladı.[5]

Sonuç itibariyle bir dizi savaş sonrası Büyük İskender, Pers kralı III. Darius’un ordularını yendi.

Pers İmparatorluğunun çöküşünde, Büyük İskender gibi genç ve yetenekli bir liderin karşılarına çıkmış olması kadar, merkezi otoritenin giderek zayıflaması, iç siyasi karışıklıklar ve benzeri sosyal nedenleri de saymak gerekir.

İskender MÖ 323’te öldüğünde imparatorluğu generalleri arasında bölündü. Eski Pers İmparatorluğu’nun büyük bir kısmı, Ptolemaios ve Seleukos İmparatorluklarının nüfuzu altına girdi. Bununla birlikte yerli Pers yönetimi, en sonunda MÖ 2. yüzyılda Part İmparatorluğu hâkimiyeti altında değişime uğradı.

 

Kaynaklar:

 

HERODOTOS, Historia, Herodot Tarihi, Çev. Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İst. 1973

ARRIANUS, Flavius (2005), İskender’in Seferi, (Çev. Meriç Mete), İstanbul: İdea Yayınevi

MANSEL, Arif Müfid, Ege ve Yunan Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2014.

TEKİN, Oğuz, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İstanbul 2018, İletişim Yayınları.

KELEŞ, Vedat-“Sikkeler Işığında Sinope’de Pers Etkisi” Karadeniz Araştırmaları Sempozyum Bildirileri 16-17 Nisan 2004 (Haz. D. B. Erciyas, Elif Koparal), İstanbul 2006

KIRDÖK Yaren, Antik Persler Kimdi? Arkeofili, 10 Mart 2022

 

18.09.2024, Ünyekent

 



[1] Herodotos, s. 28

[2] Herodotos, s. 181

[3] Keleş, Vedat, s. 100

[4] Mansel, S.269.

[5] Mansel, s. 457.

11 Eylül 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi –Kentleşme Süreci ve Ünye (II)

 


Karadeniz Arkeolojisi –Kentleşme Süreci ve Ünye (II)

  

“O dönemler bu deniz seferlere elverişli değildi ve şiddetli fırtınalarından, çevresinde yaşayan kabilelerin vahşiliklerinden ve bilhassa İskitlerin yabancıları kurban edip yemelerinden ve kafataslarını içki kabı olarak kullanmalarından dolayı “Axine” (yaşanamaz yer) diye adlandırılmış; ama daha sonraları İyonyalılar deniz kıyısına şehirler kurunca, “Euxine” (yaşanabilir yer) olarak isimlendirilmiştir.”[1]

 

İşte böyle ifade ediyor Karadeniz’i Amasyalı coğrafyacı Strabon. Kendileri de Anadolu’nun Batı kıyısında (Ege) koloni olarak kurulmuş iyonyalıların Karadeniz’de kent kurduklarını söylüyor.


 

Strabon’da Ünye’nin Bulunduğu Bölge

 

Çağının en önemli coğrafya kitabını yazan Amasyalı Strabon, MÖ. 5 yılına doğru tamamladığı bu eserinde Doğu Karadeniz sahilleri ile ilgili önemli bilgiler vermiştir. Doğu Karadeniz’de, sarp kayalık sahillerde oturan ve denizcilikle geçinen topluluklar ile dağlık kesimlerde yaşayan topluluklardan söz eden Strabon, bu toplulukları uygarlıktan oldukça uzak ve dağınık kabileler biçiminde tasvir etmiştir. Bu iki toplum dışında üretim ilişkileri ve yaşam biçimleri açısından üçüncü temel grubu teşkil eden, merkezi bölgelerdeki ova toplumu da, Strabon tarafından ayrıca değerlendirmiştir. Uzun süredir Yunan kültürü ile yakın ilişkiler içinde olan merkezi Kolha halkı, diğer batılı antik yazarlar gibi Strabon’un gözünde de nispeten daha “uygar” bir toplum görünümündedir.

Trapezus’u “Yunan kenti” olarak tanımlayan Strabon, Batı’sında tahkim edilmiş bir kent olan Pharnakia’dan söz eder. Kerasus (Giresun) adıyla örtüşen bu kente Sidené’den sonra varılmaktadır. Trapezus’a deniz yoluyla 2200 stadia mesafede, Batı’da Amisos (Samsun) yer alır. Halys (Kızılırmak), İris (Yeşilırmak) ve Thermedon nehrinden (Themiskra, Terme ovası) bahseden Strabon, Themiskra’dan sonra Sidené’ye gelindiğini söyler.

Verimli bir ova olan Sidené’nin kaleleri olduğu, Khabaka, Phabda ve Sidé adında kentleri bulunduğu ve bu kentlerde önemli bilginler yetiştiği biçiminde bilgiler veren Strabon’un tarif ettiği bu yerlerin nerede bulunduğu bilinmemektedir.

Themiskra ile Pharnakia arasında yer alan Sidené ovası ve kentleri, haritada Ünye ve Ordu kentlerinin bulunduğu kısma tekabül eder. Ama Strabon tam da bu noktada Oenei veya Cotyora gibi antik dünyada sözü edilen kentlerden hiç söz etmez. Oysa antik Anadolu coğrafyasının birçok kenti kazılarla ortaya çıkarılırken, Strabon’un anlatımları kılavuz olmuştur.       


 

Anabasis, On Binlerin Dönüşü

 

Ksenophon hem asker hem de yazardır. Maceracı kişiliği sayesinde Sparta kralı Agesilaos’la ve Pers İmparatorluğu’nun Lydia, Büyük Phrygia ve Kappadokia eyaletlerinin satrabı Genç Kyros’la seferlere çıkmış ve onlarla yakın ilişkiler kurma fırsatı bulmuştur. Ksenophon’un çeşitli kültürlerle kurduğu ilişkiler, MÖ 411 ile MÖ 362 yılları arasında yaşayan Anadolu halkları hakkında önemli bilgiler verir.

Bu dönem Anadolu’nun büyük bölümü Pers istilası altındadır. Yolculuk Pers İmparatorluğu’nun Batı Anadolu’daki satraplık merkezi Sardeis’ten başlayarak Maiandros (Menderes) Nehir Havzası boyunca devam etmiştir. Sardeis, Pers kraliyet yolunun son durağıydı. Büyük Pers kralının Susa’daki başkentinden başlayıp Kuzey Mezopotamya ve İç Anadolu’dan geçilerek yaklaşık 2500 kilometrelik bir mesafeyle buraya ulaşılmaktaydı.

Merkez tarafından Anadolu eyaletlerinden elde edilen haracın toplanması bu yolun önemini artırmaktaydı. Gerektiğinde uç noktalarda bulunan halkların çıkardığı ayaklanmaların zamanında bastırılması için de yolun istikrarlı olarak kullanılması ve açık tutulması gerekmekteydi. Yol üzerinde barınma, gıda ve erzak ihtiyaçlarını gideren 111 dinlenme yerinin (katagogai) bulunsa da bu maceralı yolculuk sırasında rotalarını kaybederler. Anayurtları olan Yunanistan’a geri dönebilmenin en makul yolu deniz kıyısına varabilmek ve deniz yolu ile yolculuklarına devam etmektir. Ordunun Pontus Eukseinos’a (Karadeniz) ulaşması gerekmektedir.

Kunaksa’dan Trapezos’a (Trabzon) doğru Ksenophon komutasında hareket eden ordu, bugünkü Erzurum-Gümüşhane hattını kullanarak, Thekes Dağı’nı (Zigana Geçidi) aşar ve Trapezos’a varırlar.

Demircilikle uğraşan ve Mossynoik’lerin tebaası olan Khalyb’lerin ülkesinden geçerler. Tibaren’lerle karşılaşırlar. Oradan Kotyora’ya varırlar.

Kotyora, eserde yer alan bilgilere göre Tibarenlerin toprağında yer alan bir Sinope kolonisidir. Sinope’den gelen elçiler “Kotyora bizim kolonimizdir, Barbarlardan almış olduğumuz bu araziyi buradakilere biz verdik. Bize Kerasus’lular ve Trapezus’lular gibi vergi verirler.” diyerek, kendi himayelerinde olduklarını söylerler.[2]

Sinope ile anlaşan Ksenephon ve Ordusu, deniz yoluyla Sinope’ye, oradan da Herakleia’ya hareket eder.

Kotyora’nın günümüz Ordu ili merkez ilçesi civarında olduğu tahmin edilmektedir. Surlarla çevrili olarak tasvir edilen bu yerleşimin Ordu Boztepe eteklerinde olduğu söylense de, henüz bir kanıta ulaşılamamıştır.

 

Oenöe Antik Kenti?

 

İngiliz Araştırmacı Yazar William John Hamilton’da Ünye’nin antik ismi Oenöe olarak geçiyor. Ünye yahut Oinei adı ise Ksenophon’un Anabasis’inde geçmiyor. Zaten Ksenophon’un ordusu Kotyora’dan deniz yoluyla Sinope’ye gidiyor. Ancak kara yoluyla Kotyora’ya giderken Khalybler ülkesinden geçtiklerini belirtiyor ki burası Ünye’nin dağlık iç kesimine denk düşüyor. Demir madenini işlemekte usta olan Khalybe’ler, Hamilton’un da dikkatini çekmiş olmalı. Hamilton 1836 yılı yazında Ünye’nin eski demir ocaklarında Khalyb’lerin demiri nasıl çıkardıklarını ve işlediklerini Researcher in Asia Minor (Küçük Asya) adlı eserde anlatıyor. Eserde yaklaşık 5 sayfa boyunca Ünye’de terk edilmiş demir atölyelerini ve Khalybleri yazıyor. “Haliblerin tam yeri modern coğrafyacılar arasında her zaman muallak bir konu olmuştur.” diyerek, Strabon’un ünlü Coenon Chorion kalesinin Ünye Kalesi olması ihtimali üzerinde duruyor ve bazen Coena olarak yazıldığını ve anıldığını söylüyor. [3]

 

Oinaion [Ünye] ve Chalybia Bölgesi

 

1959-1984 yılları arasında Karadeniz coğrafyasını adım adım gezen İngiliz araştırmacılar Anthony Bryer (Birmingham) ve David Winfield (Oxford), antik Ünye kentinin bugünkü Ünye yerleşiminde yer aldığını ama antik dönemden günümüze ayakta hiçbir eserin kalmadığını söylüyor.

“Klasik ve Orta Çağ Oanion’un yerleşim alanı, İris Deltası ile Yoson Burnu arasında yer alan geniş körfezin ortasında kurulmuş bir sahil kasabası olan modern Ünye ile aynıdır.”[4]

Bu iki araştırmacı yazar demir ustalarının yaşadığı bölge olarak Chalybia’yı, geniş anlamda Pontus Alpleri’nin kuzey yamaçlarında Thermedon akarsuyu ile Yason Burnu arasındaki bölge -70 km. genişliğinde; 30 km. derinliğinde bir alan olarak tanımlıyor.

Hamilton, Bryer ve Winfield gibi Ünye’nin antik dönemine atıfta bulunan yazarlardan biri de John Frelly’dir. Boğaziçi Üniversitesi Profesörü John Freely, “Çaleoğlu Kalesi, aynı zamanda efsanevi Atmaca Kalesi’dir” diyerek, Ünye Kalesi’ne gönderme yapar. Konu, 15. yy. şair ve yazarı Fransız Jean D’arras’ın tarihte ilk yazılan roman olan (novel) Mélusin’de geçer.[5]

Ünye’nin eski isimleri Ksenophon ve Strabon’da geçmez ama Antik Dönem tarihçileri Arrianos, Pilinius ve Bijikşyan’da çoğunlukla Oinoe olarak geçiyor. Ünye’nin eski adı “Ünye” deyişinin farklı varyasyonları olarak karşımıza çıkıyor. Oinos, Hellen dilinde şarap demektir. Bu sözcükten üretilen Oinoe adı, “Şarap yöresi, şarabı bol yöre” anlamına gelmektedir. (Anadolu halklarından Luvi dilinin “Bağ, üzüm, şarap anlamındaki Wiana’sından alınmış olarak.)[6]

 

Ünye Ne Zaman Kuruldu?

 

Bu konuda ilk ciddi yaklaşım Ünye’nin duayen yerel tarihçilerinden geliyor:

“Daha önce Sinop’ta koloniler kuran Miletli koloniciler gelerek bugünkü Ünye şehrinin bulunduğu yerde ticaret kolonisi kurdular. Böylece Ünye şehrinin kesin olarak kuruluşu yaklaşık olarak MÖ 750 tarihlerini bulmaktadır. Ünye ve civarında bu sıralarda Khalibler adındaki bir yaşamaktaydı ve demircilikle uğraşıyorlardı. Bu demir madenleri son asırlara kadar işletilmeye devam edilmekte idi. Bazı tarihçilere göre, Yunanlılar çelik elde etmeyi Khaliblerden öğrenmişlerdir.”[7]    

Dr. Güney, “kesin” diyerek yaklaşık(!) MÖ. 750 tarihini vermiş. Kaynağı belli olmayan bu bilgiye karşılık, elimizde Karadeniz kolonilerini gösteren bir haritada Sinope’yi MÖ. 7. Yy.’ Miletos kolonisi olarak, Ünye ve benzerlerini de İkinci Dönem MÖ. 5. Yy. Sinope kolonisi olarak göstermektedir. Ne var ki bu bilgilerin hemen hepsi tartışılmaktadır.

Bilge Umar ise Ünye yöresindeki ilk yerleşimi, bölgedeki demir madenini işlemekle bağlantılı olarak MÖ. 2500’e kadar götürür. Ancak bu yerleşim kentsel bir yerleşim olmaktan uzaktır. Kaldı ki 1963’te Prof. Dr. İ. Kılıç Kökten'in Ünye Yüceler Köyü ve Cevizderesi sekilerinde bulduğu Paleolitik taş aletler, yöredeki ilk yerleşimi MÖ. 15.000’lere götürür.

Avcı toplayıcı toplulukların ilk buluntuları yahut Neolitik yerleşimler (köy), kentleşme süreci olarak kabul edilemez.

Ünye’nin ilk kurulumu bilinmese de kent olarak var olduğu tarih için ikinci kolonyal dönem olan MÖ. 5. Yüzyıl’ı elimizdeki veriler ölçüsünde söylemek mümkündür. Evet, Ünye MÖ. 5. Yüzyıl’ın Antik Kentleri arasındadır. Ancak bu tarih kuruluş zamanını göstermez. Ne zaman kurulduğu, Fenike yahut Asur kolonileri döneminde mi, yoksa hepsinden bağımsız bir liman kenti olarak mı kuruldu, bilemiyoruz?

Bilinen şu ki, deniz ticareti Ünye’nin var oluşu için tarihin her dönemde en önemli unsur olmuştur. Belki de bu nedenle Ünye tarih boyunca otonom yapısını korumuş ve bugünkü yerinde varlığını idame ettirebilmiştir.[8]

 

Kaynaklar:

 

KSENOPHON, Anabasis (On Binlerin Ric’ati), Çev. Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi, İst. 1939,

STRABON, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika XII-XIII-XIV), Çev. Prof. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yay. İstanbul. 1993

HAMILTON, William John, Küçük Asya, Midas Kitap, Ankara 2013

BRYER, Anthony-WINFIELD, David, Karadeniz’in Orta Çağ Dönemi Eserleri ve Topoğrafyası, c. 1, TTK Yay. Ankara 2020

KÖKTEN, İsmail Kılıç, Ünye'de eski Taş Devri'ne (Paleolitik) ait yeni buluntular, 1962

ARSLAN Murat, Arrianus'un Karadeniz Seyahati (Arriani Periplus Ponti Euxini), Odin Yay. 2005

BIJIKŞYAN, P. Minas -Pontos Tarihi / Tarihin Horona Durduğu Yer Karadeniz, Çivi Yazıları, Kasım 1998


11.09.2024, Ünyekent



[1] Strabon, Coğrafya, 7.3.6

[2] Ksenephon, Anabasis.5. 5, s.166

[3] Hamilton, s. 212

[4] A. Bryer, D. Winfield, c. 1, s. 189

[5] Freely, John– Türkiye Uygarlıklar Rehberi-2, Yapı Kredi Yay. 4. Baskı, İstanbul 2008,  s. 81

[6] Umar, Bilge - Karadeniz Kappadokia’sı (Pontos), İnkılap Yay. İstanbul, 2000, s. 89

[7] Mürselin Güney, Ünye Tarihi, Akt. Mustafa Çalık, Ünye (Derleme), Avrupa Yakası Ünyeliler Derneği Yay.

[8] Ünye Kalesi’ni kentin kurulum ve varoluş olgusundan ayrı ele alıyoruz. Çünkü kentin 5 km. dışındaki kale Ünye’yi savunmaya yarayamaz, yalnızca iç bölgeden gelip kente çıkan yolu denetlemek için yapıldığı bellidir. (Bkz. Bilge Umar, age.) Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği “Ünye Kalesi” ise kent merkezindedir ve diğer kaleden daha geç bir tarihe denk düşmesine rağmen bugün hiçbir kalıntısı mevcut değildir.