27 Ağustos 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - II

 


Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - II

 

Anadolu’nun her tarihsel döneminde karşılaşıldığı üzere üzerinde yaşayan kavimler mutlaka bir iz bırakmıştır. Doğu Roma Döneminde de (395-1453) “Bizans” adı verilen uygarlığın izleri görülmektedir.

Geç Antik Çağ’ın ürünü olan bu eserler oldukça “yeni” sayılsalar da zaman içinde gerek doğal afetler, gerekse insan eli ile hasar görmüşlerdir. Bu kalıntılardan kimisi korunmuş, kimileri de ihmal edilmiştir. Bazıları ise bilinçli tahribe uğramış hatta yerle bir edilmiştir.[1]

Halbuki bu eserler tarihin gölgesinde gün ışığına çıkarılmayı bekleyen birer hazine niteliğindedir. Gerek inanç turizmi gerekse kültür turizmi açısından değerleri büyüktür.

 

Doğu Roma Eserleri, Kazı ve Restorasyonlar

 

Anadolu’nun hemen her yerinde Doğu Roma eserlerine rastlamak mümkündür. Bizans İmparatorluğunun bin yıla yakın hüküm sürdüğü bu topraklar sadece kültür turizmi açısından değil Hristiyanlık için de önemli bir inanç destinasyonudur.[2]

Uluslararası örgütler ve bilim dünyasının desteğiyle Doğu Roma eserleri koruma altına alınmış ve restore edilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla bu eserlerin ortaya çıkarılışı öncelikle yüzey araştırmaları (surway) ve arkeolojik kazılar sayesinde gerçekleşmektedir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan ve resmi bir eğilim olarak yoğunlaşan kazıların önemli bir kısmı Doğu Roma eserlerine yöneliktir.  Almanya’daki eğitiminin ardından İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde görev yaptığı yıllarda A. Müfid Mansel bu amaçla 1930’da İstanbul Laleli’deki Balabanağa Mescidi’nde ülkemizde Türklerin ilk Bizans kazısını gerçekleştirmiştir. Osmanlı döneminde mescide dönüştürülmüş bu Bizans mauseleiumu zamanla metruk bir yapı olmuş ve yeni kent planlaması yapılırken de kazılmış ama korunamamıştı. İstanbul Arkeoloji Müzesi müdürü Aziz Ogan (1888-1956) ve müdür yardımcısı A. M. Mansel’in 1938-1941 yıllarında gerçekleştirdikleri Küçükçekmece’deki Rhegion çok daha önemli Bizans kazısı olmuştur. Bu kazıları 1950’de İstanbul Adliye sarayı inşaatı için yapılan hafriyat çalışmaları ile İstanbul Adliye Sarayı kazıları izledi.[3]



Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının 
13 Nisan 1934’te Bergama Asklepion Ören Yeri’nde çektirdiği fotoğraf


Şeref Akdik, Atatürk Ahlatlıbel’de Kazıda, 1933

 

Atatürk ve Arkeoloji

 

Türkiye’de arkeolojik kazılar müzecilerin işiydi. Cumhuriyet öncesinin bir geleneği olarak Osman Hamdi Bey’e (1842-1910) kadar dayanan bu kazıların asıl amacı Cumhuriyet’in ilk yıllarında öncelikle Anadolu’nun Türk geçmişini araştırmak üzere yapılan işler kapsamındaydı. Bizans eserleri, bu çalışmalarda daha çok yapılar ve çevre düzenlemeleri vesilesiyle dahil olmuşlardı. Devlet eliyle yürütülen bu çalışmalar önceleri Maarif Vekaletinin Eski Eserler Müdürlüğü veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına yapıldı. Günümüzde de 2863 sayılı yasaya göre tüm eski eserler Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı sorumluluğundadır ve devlet izniyle akademisyenlerce sürdürülen arkeolojik kazıların yanında müzeler benzer kurtarma çalışmalarına devam etmektedirler.[4]

Cumhuriyet tarihinin ilk Bizans araştırmaları da Semavi Eyice’nin ayrıntıyla ele aldığı üzere müzeci arkeologlar tarafından yapılmıştır.[5]

İlk kazı İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde görev yaptığı yıllarda A. Müfid Mansel tarafından 1930’da İstanbul Laleli’deki Balabanağa Mescidi’nde gerçekleştirildi. Cumhuriyet Yıllarının İlk Arkeoloğu Prof. Dr. Arif Müfit Mansel ile ilk müze müdürlerinden Feridun Dirimtekin, Aziz Ogan, Rüstem Duyuran’ın Bizans İşleri, tüm bu çalışmalar Bizans yapılarıyla kalıntılarının belgelenmeleri açısından önemliydi ama Semavi Eyice’ye göre, müzecilerin ellerindeki dokümanlara rağmen konuya hâkim olmadıklarından yeterince bilimsel çalışmalara dönüşmemişti. Arkeolojinin üniversitelerde bir bilim dalı olarak kurulup gelişmesi ve sistemli kazılarla araştırılması ancak Atatürk’ün talimatı ve yönlendirmesiyle gerçekleşti.

Prof. Dr. Tahsin Özgüç’ün dediği gibi Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu’nun çalışmalarına bizzat katılması ve ona yaptığı maddi ve manevi desteğin anlamı büyüktür.  Bugün Türkiye'nin bir arkeoloji laboratuvarı haline gelmesi Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe ve arkeolojiye olan derin ilgisi, verdiği değerin ve kurduğu temelin bir sonucudur.[6]

Atatürk’ün direktifi ve kişisel bütçesiyle başlatılan Alaca Höyük Kazısı Cumhuriyet tarihinin ilk kazısıydı.[7] Bunu diğer kazılar izledi. Bir yandan yeni müze açılışları gerçekleştirilirken diğer yandan maarif sorunlarının incelenmesi için “Heyet-i İlmiye” kuruldu. Kazı, araştırma ve sondaj hakkı Hars Müdürlüğüne verildi. Hars Dairesi doğrudan Milli Eğitime bağlıydı ve o dönem itibariyle arkeolojik araştırmalar bilim camiasına devredilmiş oluyordu.

Atatürk’ün konuya ne kadar önem verdiği, Ahlatlıbel ve Bergama gibi ören yerleri ziyaretlerinden anlaşılmaktadır. 1933’te Ankara’ya 18 km uzaklıktaki Yalıncak köyü yakınlarında Ahlatlıbel kazı yerine giden Atatürk orada incelemelerde bulunmuştur. Ressam Şeref Akdik de Atatürk’ün Türk arkeolojisiyle olan bu anısını resmetmiştir.

 Atatürk, yakından izlediği ve teşvik ettiği kazıları TBMM kürsüsünde dile getirirken bu işin kolay olmadığını da vurgulamıştır.

“Yurt içindeki kazılar ve ortaya çıkarılan eserler bütün ilim dünyasına kültürel vazifesini ifaya başlamıştır. Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir mahiyet alır.”

 

Devam edecek: Anadolu’daki Bizans Eserleri

 

27.08.2025, Ünye Kent

 

Kaynaklar:

­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­

Mansel, A. Müfid. 1936, “Balaban Ağa Mescidi Hafriyatı 1930”, Türk Arkeoloji Dergisi, 3

Mercangöz, Zeynep. 2023,  Türkiye’de Bizans Sanatı Araştırmalarının Yüzyılı, NEU Yay.

Eyice, Semavi, 1973, Türkiye’de Bizans Sanatı Araştırmaları, İst. Edebiyat Fak. Yay

Özgüç, Tahsin 1982 “Atatürk and Archeology”, 100. yıl Albümü, New York, Inc. p. 123-129.



[1] Yaşanmış bir Karedeniz öyküsüdür; ilçe kaymakamı ve  belediye başkanı, kendilerine özel olarak getirilen iskemlelere oturarak, bir kilisesinin patlayıcılarla havaya uçurulmasını izlemişlerdir. Bunun bir örneği de nispeten daha yakın bir tarihte Fatsa’da yaşanmıştır. (Bkz. bir sonraki bölüm: Güven Bayar paylaşımı.)

[2] Bu konuda kural genellikle şöyle işlemektedir: Yaşanan topraklarda bir önceki dönem egemen olan insanlar “azınlık” durumuna düşünce, kültürleri silinmekte ve tapınakları yok edilmektedir. Balkanlarda Türklerin başına gelen bu duruma benzer bir uygulama bir dönem Anadolu’da Gayrimüslimler üzerinde cereyan etmiştir. Ahalinin tavrı gibi başlayan bu eğilim bazen resmi bir uygulamaya dönüşebilmektedir.   

[3] A. Müfid Mansel, “Balaban Ağa Mescidi Hafriyatı 1930”, Türk Arkeoloji Dergisi, 3, 1936, s. 49-74.

[4] Mercangöz, 2023; 82

[5] Eyice, 1973; 382

[6] Özgüç, 1982; 123

[7] Alacahöyük, bilim âlemine ilk kez 1835 yılında İngiliz W.C. Hamilton tarafından tanıtılmıştır. Höyük'te gerçek anlamda ilk sistemli kazılar, Cumhuriyet Döneminde Atatürk tarafından başlatılmıştır. 1935 yılında Türk Tarih Kurumu adına Hamit Zübeyr Koşay, Remzi Oğuz Arık ve Mahmut Akok’un gerçekleştirdiği ilk kazı çalışmaları 1983 yılına kadar sürdürülmüştür. Bu tarihten itibaren ara verilen kazılara 1996 yılında Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu tarafından tekrar başlanmış olup 3 yıl aradan sonra 2021 yılında  Prof. Dr. Tayfun YILDIRIM tarafından devam ettirilmektedir.  1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nu kuran Atatürk, Ankara’da Ahlatlıbel kazısını yaptırdıktan sonra, Alaca Höyük’te de kazı yapılmasını istedi. İlk kazı mevsiminde kendi cebinden 3.000 lirayı Afet İnan’a vererek, kazı giderlerinin karşılanmasını sağladı. Türkiye’nin ilk milli kazısı olan Alaca Höyük’teki çalışmalar, Türk Tarih Kurumu adına Hamit Zübeyr Koşay ve Remzi Oğuz Arık tarafından başlatıldı. 1935 yılından 1983 yılına kadar kesintisiz bir şekilde sürdürülen kazılarda, Bakır-Taş Çağından Osmanlı dönemine kadar dört ayrı kültür evresinden kalma 14 yerleşim tespit edildi. Günümüzde birçok kuruluşun simgesi olan güneş kursları da Alaca Höyük’teki kazılarda çıkartıldı. (Kaynak: Çorum İl Kültür Müdürlüğü)

20 Ağustos 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - I

 


Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - I

 

Bir Orta Çağ uygarlığı olarak Bizans Dönemi, Helenistik kültürle Roma devlet geleneğinin sürdürüldüğü,  oryantal akımların ve özellikle Hristiyan inanışının belirleyici olduğu bir dönemdir. Bu dönemin başlangıcı, Hristiyanlığın özgür bir din haline geldiği  57. Roma imparatoru I. Konstantin'in hüküm sürdüğü 306–312 yıllarıdır. Öte yandan Bizans’ın başlangıcı olarak genellikle Konstantinopolis (İstanbul) şehrinin kuruluşu olan 330 yılı kabul edilmektedir.

Aslında Bizans sözcüğü köken olarak MÖ. 8. ve 7. Yüzyıl Yunan mitolojilerine dayanır.  Megaralı kolonistlerin lideri ve şehrin kurucusu –Oikistes- kral Byzas'ın adından geldiği işleri sürülür. Megera, ticari açıdan önemli bir antik Yunan kentidir ve Bizans bugünkü İstanbul Boğazı’nın bulunduğu yerdedir.     

Daha sonra, Bizans ismi Batı'da başkenti Konstantinopolis olan Doğu Roma İmparatorluğu'nu ifade etmek için kullanıldı.

Roma İmparatorluğu resmi olarak 395 yılında doğu ve batı olarak ikiye ayrıldı.

Aynı zamanda bu tarih geç antik dönemin başlangıcıdır. 717'ye kadar devam eden bu dönem "Erken Bizans dönemi" olarak da adlandırılır.


 

Bizans mı, Doğu Roma mı?

 

Doğu Roma devletinin tamamını kapsayan bir terim olarak Bizans , tarihçi Hieronymus Wolf tarafından ancak 1555'te ortaya atıldı.

Bu tarihe kadar Doğu Roma İmparatorluğu ( Orta Çağ Yunancası : Βασιλεία τν ωμαίων) yahut “Romalıların imparatorluğu” denilen bir tarihsel oluşum yüzyıl aradan sonra Bizans olarak anılmaya başlandı.

Batı Roma, Germenlerin eline geçmişti (M.S. 476).

Doğu Roma İmparatorluğu ise 1453’te Osmanlı sultanı II. Mehmet (Fatih) tarafından yıkılıncaya kadar yaşamaya devam etti.

Bugün tarihçiler tarafından Roma İmparatorluğundan dil, din ve kültür bakımından farklı olması nedeniyle Bizans olarak adlandırılan imparatorluk gerçekte Roma İmparatorluğunun Doğu yanıdır, yani Doğu Roma İmparatorluğudur; Bizans adı Doğu Roma İmparatorluğu için çok sonraları modem tarihçiler (16. yüzyılda Hieronymus Wolf) tarafından kullanılan bir addır.[1]

Doğu Roma yahut Bizans İmparatorluğu (306-1453), bin yıllık tarihiyle sadece Anadolu’nun değil, üç kıtanın kontak kurduğu tüm bölgeyi etkiledi.

Özellikle Anadolu’nun bir parçası olan Karadeniz, Bizans Dönemi’nden fazlasıyla etkilendi. 

 

Bizans Dönemi’nde Anadolu

 

Bazen Anadolu adı ile eş anlamda kullanılan Küçük Asya adı, Latincedeki “Asia Minor”un Türkçeleştirmiş biçimidir. Her ne kadar, “Küçük Asya” ile “Anadolu” adları birbirini karşılamaktaysa da, Roma döneminde Küçük Asya denilince daha çok, Fırat Irmağı’nın (Euphrates) batısında kalan taraf anlaşılmaktaydı. Örneğin Doğu Anadolu’daki Armenia ve Urartu Krallıkları, Küçük Asya’nın kapsamında değildi.

Anadolu adı ise, Yunancada “Güneşin doğduğu yer” ya da “Doğu” anlamını taşıyan “Anatole” sözcüğünün Türkçeleşmiş biçimidir. Bizans döneminde “Doğu” ile anlatılmak istenen, Ege Denizi’nin doğusu, yani Anadolu idi. Bizans döneminde ilk kez yönetimsel anlamda, başkent Constantinopolis’in (İstanbul) doğusunda kalan büyük eyalet, “Anatolikon” olarak adlandırılmıştır.[2]

2004 yılında Marmaray Tüneli'nin Avrupa yakasında yeryüzüne çıktığı yerde yapılan arkeolojik kurtarma çalışmalarında Neolitik, Helenistik, Roma ve Bizans İmparatorluğu dönemlerine ait pek çok arkeolojik kalıntı ve 37 gemi batığı bulundu. Yenikapı Marmaray Kurtarma Kazıları denilen bu çalışmalar sırasında Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis'in bir liman kenti olarak işlevini, bu dönemde kullanılan teknelerin yapım tekniklerini, limanın günlük yaşamına ışık tutacak gemicilik bilgilerine ulaşıldı. MS 4. yüzyıldan kalma kayıp Bizans limanı Theodosius bu kazılarda ortaya çıkarıldı.

Bizans’ın Karadeniz’e yansıması daha çok 4. Haçlı Seferleri sırasında oldu. İstanbul’un Latinler tarafından işgal edilmesiyle başlayan süreçte Bizans’ın bir kısmı Doğu Karadeniz’e taşındı ve burada yeni bir devlet kurdular. Bu tarihi süreç aynı zamanda Anadolu’nun kapılarının Doğu’dan gelen Türklere açıldığı dönemdir.






 

Bizans’ın Tarihi Dönemleri

                                                                                             

Erken Bizans Dönemi (330-717): I. Konstantin'in hüküm sürdüğü ve Konstantinopolis şehrinin kuruluşuyla başlayan dönemdir. Hristiyanlık bu dönemde özgür bir din haline geldi ve Roma İmparatorluğu resmi olarak 395 yılında doğu ve batı olarak ikiye ayrıldı. 717'ye kadar devam eden bu dönem geç antik dönemin başlangıcı kabul edilir. I. Justinianus (527-565) her ne kadar İtalya, Afrika ve güney İspanya'yı fethetse de 634-698 arası yükselen İslam dininin de etkisiyle Bizans Devletinin resmi dili olan Latince Herakleios döneminde Yunanca olarak değiştirildi.[3]

Orta Bizans Dönemi (717-1204): 717-843 yılları arası İkona Kırıcılığı dönemidir. Kültürel değer taşıyan çeşitli maddi ögelerin siyasi ya da dinî sebeplerle bilinçli olarak imha edilmesi, Ortodoks kilisesiyle resmi kurumları karşı karşıya getirir. 10. ve 11. yüzyıllarda Makedon hanedanının önderliğindeki Bizans yeniden İslam ve Bulgarlara karşı güç kazansa da 1071'de Malazgirt'te alınan mağlubiyetin yanı sıra, gerek Küçük Asya'da gerekse güney İtalya'da topraklar kaybedilmeye başlandı. 1204 yılında yapılan 4. Haçlı Seferi sıranda Konstantinopolis Latin devletleri tarafından işgal edildi.

Latin İşgali Dönemi (1204-1261): Dördüncü Haçlı Seferi sonucunda Konstantinopolis işgal edildi, yağmalandı. Parçalanan Bizans İmparatorluğu farklı devletlere ayrıldı; İznik İmparatorluğu, Epir Despotluğu ve Trabzon İmparatorluğu.

Geç Bizans dönemi (1261-1453): Paleologos Hanedanı önderliğinde 1261'de yeniden fethedilen Konstantinopolis ile birlikte Trabzon’da Rum İmparatorluğu kuran Komnenos Hanedanı, Geç Bizans dönemi olarak adlandırılan dönemi başlattı. Her iki krallık da 1300 sonrası bölgede egemenlik kuran Türkler tarafından tehdit altında idi. İstanbul 1453’te, Trabzon 1461’de II. Mehmet (Fatih) tarafından fethedildi.


 

Karadeniz’de Bizans Araştırmaları

 

1204'te Latinlerin Konstantinopolis'i (İstanbul) ele geçirmesi üzerine I. Andronikos'un torunları Aleksios ve David'in Gürcü kraliçesi Tamara'nın yardımıyla Trebizond'da (Trabzon) kurduğu imparatorluk 1461'e değin varlığını sürdürdü.

I. Bayezid'in 1398'de Samsun yöresini almasından sonra Trabzon Krallığı, Osmanlı Devleti'ne yıllık vergi ödemek zorunda bırakıldı. David Komnenos iktidarı döneminde (1458-1461) vergi ödemeyi durdurması üzerine Fatih Sultan Mehmet 23 Mart 1461'de Edirne'den sefere çıktı. Trabzon’un kuşatılması sonrası kral David Komnenos direnmeden teslim oldu.

Amasra’dan Trabzon’a kadar olan bölgede birçok Bizans eseri barındıran Karadeniz, Hellenist kültür ve Hristiyan dininin Roma devlet şekliyle bir sentez haline gelmesine tüm Anadolu yerleşimleri gibi katkıda bulunmuştur.  Halihazırda bölgelerde var olan sanat akımlarıyla da etkileşim içerisinde bulunarak, yeni bir sanat akımı olan Hıristiyanlık Sanatı’nın gelişmesinde öncü rol oynamıştır.

Başta Trabzon’da olmak üzere bölgede çok sayıda kilise, manastır ve benzeri dini yapı bu dönemde inşa edilmiştir.[4]

Ülkemizde Bizans temalı sürekliliği olan ilk ve tek toplantı Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumlarıdır. 2023 yılında altıncısı yapılan toplantıların ilk dördü Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetler Araştırma Vakfı (ANAMED) ve Vehbi Koç Vakfı; son ikisi Koç Vakfı ve Koç Üniversitesi GABAM /Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Merkezi birlikteliğiyle gerçekleşmiştir. Bu sempozyumların temaları; Bizans Ticareti, Saraylar, Mimari Yapılar,  Coğrafi ve Etnik İmgelemde Bizans Kimliği ve Öteki, Bizans Mekân ve Toplulukları üzerinedir.[5]

 

Devam edecek: Arkeolojik Kazılar Ve Bizans Sanatı Araştırmaları

20.08.2025, Ünye Kent

 

  

Kaynaklar:

­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­Tekin, Oğuz, 2008, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yay.

Mango, Cyril. 2022, Bizans Yeni Roma İmparatorluğu, Yapı Kredi Yay.

Eyice, Semavi, 1973, Türkiye’de Bizans Sanatı Araştırmaları, İst. Edebiyat Fak. Yay

Mercangöz, Zeynep. 2023,  Türkiye’de Bizans Sanatı Araştırmalarının Yüzyılı, NEU Yay.


Dipnot:

[1] Tekin, 2008; 309

[2] Tekin, 2008; 35

[3] Mango, 2022; 19

[4] Eyice, 1973: 375

[5] Mercangöz, 2023; 99

13 Ağustos 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Dor İstilası’ndan Roma Egemenliğine

 


Karadeniz Arkeolojisi – Dor İstilası’ndan Roma Egemenliğine

 

“Savaş gemileriyle denizden geldiler ve kimse onlara karşı koyamazdı!”

 


II. Ramses döneminde yapılmış olan Tanis'teki bir dikilitaşta yazıyor bu cümle.[1]

Bugün hala tartışılan tarihin ilk büyük karanlık dönemini belirtiyor bu cümle… Dikilitaşta yazılı “savaş gemileriyle denizden gelenler”i, 1881’de Fransız Mısırbilimci Gaston Maspero, “Deniz Kavimleri” olarak tanımlıyor.[2]

MÖ, 1200'lü yıllarında, Tunç Çağı’nın sonunda meydana gelen iklim değişmesi sonucunda, bir anda Doğu ve Kuzey Avrupa'da yaşayan kavimler harekete geçti. Dor İstilası denilen bu tarihi dönemde Ege adaları ve Yunanistan yağmalandı. Burada yaşayan halk can güvenliği için doğuya doğru hareket etti. Dor İstilası olarak bilinen bu durum, Mısır ve Hitit kaynaklarında Deniz Kavimleri Göçü olarak adlandırıldı.

Doğu Anadolu, Suriye, Filistin, Kıbrıs ve Mısır’ı yağmalayıp, istila eden saldırgan denizci halkları, Hitit imparatorluğu gibi Bronz Çağı’nın büyük uygarlıklarının da yok edilmesine sebep olmuşlardır.

Deniz Kavimlerinin kullandığı Tragana Gemisi-
Kaynak-Özhan Öztürk

Önlerine çıkan her şeyi yıkıp yakan bu gücün karşısında kimse duramadı. Çekirge sürüsü gibi geçtikleri her yeri kuruttular. Anadolu’da 200 yılı kapsayan bu dönmemde yazılan bir belgeye rastlanmadı, yazı unutuldu. 

Deniz Kavimleri için tek taraflı olsa da esas kayıtlar Mısır metinlerine ve çizimlerine dayanmaktadır. Ayrıca Hitit kaynakları ve arkeolojik verilerden de faydalanılmakta birlikte Ortadoğu tarihi kayıtlarında boşluklar bırakan bu ‘karanlık dönem’ hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmemektedir. Açıkçası parça parça ve kafa karıştırıcı yazıtlara bakınca Mısırlıların da bu kavimlerin kim olduğunu tam olarak bilmediği anlaşılmaktadır. Tarihe bıraktıkları silinmez işaretlere rağmen, kültürleri veya milliyetleri bilinmemektedir.[3]


 

Dor İstilası ve Deniz Kavimleri İlişkisi

 

Dor istilası, MÖ. 13 yüzyılın sonları ile MÖ. 12. yüzyılın başlarında Yunanistan’ın Dorlar tarafından dalgalar halinde istila edilmesidir.

Dorlar kimdi ve Yunanistan’a nereden gelmişlerdi?

Deniz Kavimleri ile Dorlar aynı halklardan mıydı?

Maalesef eldeki belge ve bilgiler konuyu yeterince açıklayamıyor.

Kronik olarak aynı dönemin ürünü olsa da Deniz kavimleri ile Dorlar aynı insanlar değil. Dorların ve Deniz kavimlerinin önceki yurtlarının neresi olduğu ve göç nedenleri halen bilinmiyor. Sadece bir iklimsel değişme yaşandığı, iklim koşullarının elverişsizliği nedeniyle Dor göçlerin başladığı tahmin ediliyor. Bu göçlerin Orta Avrupa’dan, özellikle günümüz  Polonya’sının bulunduğu coğrafi bölgeden başladığı zannediliyor.

 

Dor İstilası

 

Doğu Avrupa'da meydana gelen kıtlıklar nedeniyle bazı kavimler doğuya doğru göç etmeye başladı. Göç eden kavimler, karşılarına çıkan kavimleri de göçe zorlayarak Anadolu ve Suriye'ye kadar uzun bir göç dalgası oluşturdular. Bu göç dalgalarının Yunanistan’a yönelen bölümünde İliryalılar ve Dorlar, Yunanistan’daki Miken Uygarlığı’nı yerle bir etmişlerdir.

Böylece uygarlıklarının yıkılmasından kısa bir süre önce Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Akalar, Dor baskısıyla daha büyük kitleler halinde Anadolu’ya göç etmişlerdir.

Ege göçleri dünya tarihinde bir dönüm noktası sayılmakla birlikte bu göçlerden en çok Anadolu’nun etkilendiği söylenebilir. Nitekim kültür seviyeleri pek yüksek olmayan birtakım Trak kavimlerinin neden olduğu Ege Göçlerinin ardından Anadolu’da iki yüz ile dört yüz yıl arasında degisen zaman dilimi süresince bir Karanlık Çağ yaşanmıştır. Böylece bu göçlerden sonra Anadolu coğrafyasının siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı hiçbir zaman eskisi gibi olmamıştır.[4]

Dor istilası ile birlikte Ege adalarına ve Anadolu’nun Ege kıyılarına büyük bir göç başlamıştır. İki koldan ilerleyen bu göçlerin ilkini İyonlar, ikincisini ise Aioller gerçekleştirmiştir. Mora Yarımadasından göç eden İyonlar, önce Atina civarında toplanmış ve daha sonra Batı Anadolu Göçü’nü başlatarak Ege kıyısındaki ilk İyon yerleşimlerini (Smyrna, İzmir) kurmuşlardır.[5]

Göçün ikinci kolunda Teselya ve Boiotia’dan gelen Aioller Kuzey Ege’ye yerleşmişlerdir.[6]

Yunanistan istilacısı Dorlar ise Anadolu’nun Ege kıyılarına göç etmişler ancak daha güneye yerleşmişlerdir. Rodos ve Kos (İstanköy) adalarını ele geçiren Dorlar, buradan hareketle Anadolu’nun buraya bakan kıyılarında Halikarnassos (Bodrum) ve Knidos (Datça) kentlerini kurmuşlardır.

Kent devletlerinin güçlenmeleri sonucu Yunanistan’da başlayan kolonileşme hareketinin de etkisiyle MÖ. 8.yüzyılda Anadolu’daki İyon kentleri de kolonileşme sürecine girmişlerdir. Özellikle Anadolu’daki İyon kentleri için Marmara, Trakya ve Karadeniz bölgelerinin başı çektiği iki yüzyıl sürecek bir kolonileşme dönemi başlayacaktır.

 

Deniz Kavimleri

 

Mısır belgelerinde sadece savaş açısından tanımlanan Deniz Kavimlerinin hangi milletten olduklarını söylemek zordur. Bir çok ulus ve kavimle ilişkilendirilen bu halklar Etrüsk, Troyalı, Luwi, İtalyan, Fenike, Minos ve Miken uygarlıkları ile anılsa da tahminden öte gidememiştir.

Mısır yazıtlarında Deniz Kavimleri “Hau –Nebut” (Ege Halkı) olarak geçer. Bu nedenle çoğu Luwi/Lukka kökenli Batı Anadolu askeri ittifakları olduğu işeri sürülür.

Bazı araştırmacılar “Deniz Kavimleri” için Anadolu’da bir yerlerdeki anavatanlarından çıkarıldıktan sonra geçici olarak denizde yaşamış ve tarihi kayıtlardaki varış yerlerine doğru ilerlerken “Mısır Deltası”nı işgale girişmiş topyekûn uluslardır.[7]

III. Ramses'in mezarının da yer aldığı tapınak Medinet Habu’da 
bulunan Boynuzlu Miğferli Savaşçı kabartması

Araştırmacı yazar Özhan Öztürk, Deniz Halklarından adları belli olanları (tabi bu belirleme de bir varsayımmdır) şöyle sıralar:

Tunç Çağı’nda Yunanistan’a hâkim olan Ekweşler veya Akhalar (Hitit belgelerinde Ahhiyawa). Batı Anadolu kıyılarında yaşayan korsanlık yapan Teresh, Tyrsenoi veya Tyrrhenia halkı ki Etrüsklerin ataları olduğu sanılmaktadır. Batı Anadolu kıyılarında Likya’da yaşayan Luka halkı. Sonradan Sardunya adasına isimlerini verecek olan Sherdan halkı ki bu halk MÖ. 1299’da Kadeş Savaşı’nda Mısırlılar tarafından paralı asker olarak kullanılmıştır.

Sicilya’ya adını veren Siculi kabilesiyle özdeşleştirilen Şekeleş halkı.

Girit kökenli olduğu sanılıp kalıcı olarak Filistin’e yerleşen tek Deniz Kavmi olan Peleset halkı ve bugünkü Adana’nın bulunduğu bölgede yaşayan Danunalılar.

 

Sonuç

 

Luksor Tapınağı’ndaki yazıtlardan Deniz Halkları’nın II. Ramses Döneminde Mısırlılar tarafından durdurulduğu yazılsa da Merenptah döneminde Libyalılarla ittifak yapan Deniz Halkları Nil Deltası’nı istila etmek için yeniden harekete geçtiği anlaşılmaktadır.

Deniz Kavimleri, III. Ramses döneminde Kadeş’teki Mısır ticaret merkezine saldırıp yok etmiş ve yeniden Mısır’ı işgal etmeye çalışmıştır. III. Ramses'in mezarının da yer aldığı tapınak Medinet Habu’da bulunan Boynuzlu Miğferli Savaşçı kabartması, Deniz Kavimleri ile ilişkilendirilir.[8]

Mısır sonuçta Deniz Kavimleri’ne karşı Nil deltasını başarıyla savunmuşsa da Levant’ı (Doğu Akdeniz) kaybetmiştir. Deniz Halkları muhtemelen Kıbrıs ve diğer Akdeniz adaları ile Levant’a yerleşmişlerdir. Anadolu’nun kuzeyinde yaşayan Kaşkalar, Hitit topraklarının bir kısmını, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını aşarak Anadolu’ya giren Thrakların bir kolu olan Phrygler (Frigler) Hitit ülkesinin daha büyük bir bölümünü ele geçirmişlerdir.

Deniz kavimleri Doğu Akdeniz kıyısında bulunan Fenike şehirlerine dokunmadığı için Fenikeliler bu kavimden sayılmış ve dönem itibariyle Akdeniz ticareti Fenikelilerin tekeline girmiştir.

Persler, Anadolu’ya bir dönem hakim olmuşa da Büyük İskender tarafından yok edilmiştir. İskender hakimiyeti kısa sürmüş, Helenistik Dönem başlamıştır.

Sonuçta Roma tüm Akdeniz’e sahip olmuş, Karadeniz kıyılarını ele geçirmiştir.

Roma’nın emperyal gücü de önce ikiye bölünmüş, Batı Roma Kuzeyli Barbarlar karşısında yenik düşmüştür.

Doğu Roma (Bizans), Helenistik dönemin son halkası gibi görünse de diğerlerinden daha farklı bir süreçtir.      

Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki, “karanlık” olarak nitelendirilen tarihin ilk döneminde bile kendilerinden teknik olarak üstün ve düzenli bir orduya sahip güçler karşısında çapulcular sürüsü zaferler kazanabilmiştir.

 

Kaynaklar:

 

Maspero, Gaston, 1889, Egyptian Archology, Oxford Edition Amelia B. Edwards, London

Öztürk, Özhan. 2011, Pontus, Antikçağ'dan Günümüze Karadeniz, Genesis kitap  

Akurgal, Ekrem. 2008; Anadolu Kültür Tarihi, Ankara TÜBİTAK Yay.

Drews, Robert. 2014, Tunç Çağı’nın Sonu, İş Bankası Kültür Yay.

Sandars, Nancy, 1978, The Sea Peoples, Thomsan Hudson. London,

 

13.08.2025, Ünye Kent

 

Dipnotlar:

[1] II. Ramses (MÖ. 1301-1235) tarafından yaptırılan dikilitaş; kırmızı granittendir, 63 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 120 ton ağırlığındadır. İsrail'in Sina Çölü'nden çekilmesinin ikinci yıldönümünü olan 25 Nisan 1984'te bugün San el - Hagar olarak adlandırılan Eski Mısır kasabası Tanis'ten alınarak Kahire Havaalanı yakınına getirilmiştir. Tanis, Mısır'ın kuzeydoğu Nil Deltası'ndaki önemli bir antik yerleşimdir. Burada bulunan dikilitaşın bir kısmı kırık ve üzerindeki kabartmalardan bazıları kaybolmuştu. Onarıma alınmıştır.

[2] Maspero, G. 1889; 98

[3] Özhan Öztürk’e göre hiç kimse Deniz Kavimlerinin kim olduğunu tam olarak bilmiyor. Arkeologlar bunların nereden geldiklerini, hangi dili konuştuklarını, hatta akraba bir grup olup olmadıklarını belirleyemediler. Bildikleri tek şey Deniz Kavimlerinin Geç Tunç Çağı'nda Akdeniz bölgesindeki üç güçlü uygarlığın (Yunanistan'daki Miken Uygarlığı, Küçük Asya'daki Hititler ve Mısır'daki Yeni Krallık) çöküşüyle bağlantılı olduklarıdır.

[4] Akurgal, 2008; 58

[5] “On iki İyon Kenti” olan bu yerleşimler; Samos (Sisam) adası, Khios (Sakız) adası, Sakız adasına bakan Eritre (Ildırı), onun güneyinde Teos (Seferihisar) ve Lebedos (Kısık), İzmir körfezinin iki yanında Phokaia (Foça) ve Klazomenai (Urla), daha içeride Kolophon (Değirmendere), Kaystros nehrinin (Küçük Menderes) ağzında Ephesos (Efes), Büyük Menderesin denize döküldüğü yerde Priene (Turunçlar), Myos (Milas/Muğla) ve Miletos (Milet) kentleridir.

[6] ilk olarak Lesbos (Midilli) adasında Mytilene kentini kurmuşlar ve Foça’nın kuzeyinden Manisa’ya kadar olan bölgede etkin olmuşlardır. İzmir’e de adını veren Smyrna’yı (Bayraklı) kursalar bile burası daha sonra İyonlar tarafından ablukaya alınacak ve yine bir İyon kenti olan Kolophon tarafından ele geçirilecektir.

[7] Drews, 2014; Türkçe Baskıya Önsöz, XVII

[8] Sandars, 1978; 45