7 Ocak 2008 Pazartesi

Kabadayı filminde senaryo, yönetmen ve oyuncu sarmalı üzerine bir deneme yazısı.



KABADAYI


Kabadayı, 2007 yılı sonunda vizyona girdi. Yılın gişe rekortmeni Beyaz Melek’e yaklaşan gişe başarısıyla, adından hayli söz ettirdi. Bu ilgi 2008’in ilk ayında devam edecek gibi görünüyor.

Adından bunca söz ettiren bir yapıtın olumlu yahut olumsuz sayısız eleştiri almasında en önemli pay, şüphesiz yarattığı etkidir. Filmi çok başarılı bulanlar olduğu gibi, başarısız bulanlar da var.

Bir filmin lokomotifi yönetmendir. Senaryo ise, iyi bir filmin önkoşuludur...

Kabadayı filmi, bir yönetmen filmi midir?

Reklam filmleri çeken Ömer Vargı’nın yönettiği üçüncü sinema filmi Kabadayı’dır. Her Şey Çok Güzel Olacak (1998) ve İnşaat (2003), Vargı’nın yönettiği daha az ses getiren filmlerdi. Kabadayı’da ise Vargı, bir üst noktaya ulaşmış, çıtayı biraz daha yükseltmiştir.

Vargı'nın bu başarısının sırrı nedir? (Başarılı olduğunu baştan kabul edersek şayet...)
Şener Şen’in performansı mı, Yavuz Turgul’un varlığı mı?

Şüphesiz Şener Şen'in oyunculuğu iyi... Kimse bunu tartışmıyor. Geriye Yavuz Turgul'un senaryosu kalıyor ki, merakımızın sebeb-i mucibesine kaynaklık etmekte.


Bunca yıl, sadece Şener Şen'i yazıp yöneten Yavuz Turgul, neden bu defa sadece yazmış ama yönetmemiş... Yönetmenliği Vargı'ya bırakmıştır? Finans mı bulamamış; Ömer Vargı'nın arkasında Mine Vargı gibi bir sponsor olunca, "böylesi daha uygundur" mu demişlerdir?

Yavuz Turgul, öncelikle bir senaryo yazarıdır. Daha önce yönettiği altı filmin senaryosunu da kendisi yazmıştır. İlki hariç, hepsinde Şener Şen oynamıştır. Son dönem senaryolarının neredeyse tümünü Şener Şen üzerinde yoğunlaştıran Turgul’un, ortalama üç yılda bir film yaptığı düşünülürse ortaya farklı bir süreç çıkıyor.

Şener Şen’in oynadığı Züğürt Ağa (1985), senaryosunu Turgul’un yazdığı ve Nesli Çölgeçen’in yönettiği başarılı bir filmdi. Turgul’un ilk yönetmenlik denemesi Fahriye Abla (1984) filmini saymazsak, henüz senarist yanının ağırlıkta olduğu bir dönem. Züğürt Ağa’nın üzerinden iki yıl geçmeden Turgul’un senaryo ve yönetmen olarak Şener Şen’le gerçekleştireceği önemli filmlere gelir sıra:

Muhsin Bey (1987)
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990)
Gölge Oyunu (1992)
Eşkıya (1996)
Gönül Yarası (2004)

Tümünü Turgul yazmış - yönetmiş ve Şener Şen oynamıştır.

Ancak Kabadayı’da bu gelenek bozulur. Tıpkı Züğürt Ağa’daki gibi filmi bir başka isim yönetir. Muhsin Bey yahut Eşkıya gibi filmleri yazmış - yönetmiş olan Yavuz Turgul, neden bu defa senaryosunu Vargı’nın ellerine bırakmıştır?

Şener Şen – Yavuz Turgul ikilisi, acaba Ömer Vargı ile üç’leyip, trio mu oluşturacak?

Tesadüfi bir gelişme, spontane bir durum değilse, yazılacak ilk Yavuz Turgul senaryosuyla ne yapıldığına bakarak sorumuza yanıt bulacağız.

Şimdilik Yavuz Turgul’un senarist yanının ağır bastığını bir gerçeklik olarak kabul edip, Kabadayı filminin senaryosuna yönelelim.

Eşkıya filmi gibi, güçlü bir karakterin üzerine inşa edilen Kabadayı’nın senaryosu, Turgul’un yazdığı diğer Şener Şen filmleriyle temelde benzerlik gösterir. Kalıcı bir figür… Tıpkı Muhsin Bey yahut Züğürt Ağa’daki gibi ülkenin sosyo-ekonomik, kültürel akışına panoramik bir bakış, yakın geçmişimizle bağlantılı bir portre sunulmaktadır. Değişen ülkenin, değişime bir ölçüde direnen ama kendisi de belli ölçülerde bu değişimden nasibini almış kişi yahut kişilikler söz konusudur. Belki de Yavuz Turgul’un esas etkisi buradadır. Senaryodaki diğer amiller; standart, hatta sıradan diyebileceğimiz tamamlayıcı faktörlerdir.

Kabadayı özeline gelirsek...


Eski kabadayı Ali Osman ve yeni mafya Devran, iki karşıt güç olarak her iki öykünün de ekseninde yer alırlar. Muhsin Bey – Ali Nazik, Eşkıya Baran - Berfo örneğiyle çakışmaktadır... (Gerçi, Eşkıya’daki temel kurgu, “Ones Upon A Time In America” dan ithal gibi duruyor, ama “intihal”den çok bir gönderme, hatta saygı duruşu olarak kabul etmemiz daha doğru olur.)





Senaryoyu tamamlayan diğer öğeler ise; aşk, sadakat, para ve evlat duygusu gibi birbiriyle karşılıklı etkileşim içine giren faktörlerdir.

Kötü adam ( Eşkiya'da Berfo, Kabadayı'da Devran ), “aşk mı, para mı” ikileminde, gücü elinde bulunduran, ama aşk karşısında güçsüz olan taraftır.

Senaryoda dolgu olarak kullanılan ve seyirlik kısmı oluşturan detaylar, bir iki istisna dışında maalesef fazla sıradan… Kaçma kovalama sahnelerindeki yeknesaklık, fazla uzun tutulmaları yanında mantık zorlamasına kadar varmaktadır. Kovalamanın tam ortasında Devran’ın “tuh be, evi gözetlemeyi nasıl akıl edemedik” deyişi, senaryodaki hatanın belki de son anda farkına varıldığı, ama düzeltmek yerine böyle bir “söz” ile tamir etmeye çalıştıkları izlenimini vermektedir.

Ve diğer aksaklıklar:

Eşkıya Baran yahut Kabadayı Ali Osman, tedavülden kalkmış eski “tetikçi” konumlarına rağmen finalde birden aslan kesilir... Fred Zinnemann’ın “High Noon”(1952) (Kahraman Şerif) modeli burada bir kez daha yürürlüktedir.

Devran ruleti dedikleri, yeni bir şekil olmayıp Rus ruletinin bilinen versiyonlarından biridir. Devran’ın düelloda yaptığı “ince” numara ise, Hollywood yapımlarında sıklıkla yer alır.

Eski “kabadayı” Ali Osman bu lakabı “bileğinin” hakkıyla almıştır. Aldığı ölümcül yaraya rağmen attığı Osmanlı tokatlarından bellidir.

Bunamaya bağlı ani unutkanlık ki, Allahtan kısa sürüyor; varlığını yeni öğrendiği oğluyla aralarında “baba - oğul” ilişkisinin dışa vurmasına vesile oluyor. Tıpta buna benzer bir hastalık var mıdır? Bilmiyoruz, ama “50 First Dates” ten sonra sinema dünyasının böyle bir kaygı taşımaması gerektiği sonucuna varıyoruz ve konuyu tıbba havale ediyoruz.

Tabi, baba-oğul ilişkisinin “kabullenememe” noktasından güçlü bir duyguya dönüşmesine vesile olacak başka bir neden bulunamaz mıydı? Sorusunu sormadan geçemiyoruz. Ve ekliyoruz:

Bu hastalık, “silaha el sürmeme yemini”ni bozma gerekçesi olarak ileri sürülebilir miydi?

Esas arıza, Devran karakterinde ortaya çıkıyor.


Deliyürek ve Yazı Tura’da oynayan Kenan İmirzalioğlu’nun oynamaya alışık olduğu bir tür… Biraz “kötü adam” sosu bulaştırmakla kotarılan bu karakter, senaryoda hayli aksak yer almış. Kokaine bulanarak pervasızlaşan polis ajanı, emniyet birimlerine alttan alta iletilen bir mesaj değilse, nedir? Kötü adam oluşu yaşadığı kötü koşullara bağlanmış. Buraya kadar tamam, ancak polise çalışması, “sızma” yahut ajan olmaya mecbur edilmesi, dansöz kıyafetli fotoğraflarla sağlanmış ki, ilginç! Olmayacak şey değil elbet, gerçekleşme ihtimalinin hiç olamayacağı, fantastik senaryolar kabul görürken, benzer bir hadiseyi Yavuz Turgul önümüze belgeleyip koysa, senaryodaki bu ayrıntıyı yerinde bulmamız mümkün değil. Mafya - devlet ilişkilerinin sinemada ve gerçek hayatta sayısız örnekleri mevcut. Bir Uzak Doğu üçlemesi olanInfernal Affairs - Mou gaan Dou (Kirli İşler)'den alınan konusuyla The Departed (Köstebek, 2006, Martin Scorsese) ve French Connection(Kanunun Kuvveti, 1971, William Friedkin) gibi yapımların senaryolarına bir göz atarsak, niçin böyle ayrıntıların gereksiz olduğunu daha kolay kavrarız.

Bir başka ayrıntı var ki, Turgul’un senaryosunda olumlu etkenler arasındadır; Rasim Öztekin’in başarıyla canlandırdığı eş cinsel karakter Sürmeli, Devran karakterinden çok daha inandırıcıdır. Eşkıya filminin Cumhuriyet Oteli resepsiyonunda, Sürmeli’ye benzer bir eşcinsel karakter vardır, ama oldukça küçük bir roldür.

Turgul’un yarattığı karakterler arasında bir seçim yapmamız istenirse, Şener Şen’in performansını, senaryo ve yönetimi de değerlendirmemize katarak, Muhsin Bey tercihini yapardık.

Ömer Vargı’nın yönetiminde, Turgul’un senaryosu ve benzeri katkılarla oluşan Kabadayı filminin en önemli eksikliği müziktir. Turgul sinemasının önemli öğelerinden olan müzik, Vargı yönetimindeki Kabadayı’da yok denecek kadar zayıftır.

Birkaç kez ve değişik plandan verilen gece kulübü baskını, ses ve görüntü efekti açısından oldukça başarılıdır. Özellikle olayın ilk planda, sadece giriş kapısından verilen ses efekti ve ardından kaçışanlarla yaratılan etki, yapılan silahlı baskının vahametini gözler önüne sermektedir.

Ünlü sinema adamı Akira Kurasawa’nın yaptığı atıfla, Kabadayı’nın yönetmenine ve senaristine haklarını teslim etmek gerekiyor:

“Senaryo, filmin yapısı, iskeletidir. Yapı çok sağlamsa, rahatça görüntü eklenebilir.”
(Aktaran Artun Yeres, "Göstermenin Sorumluluğu")

Aksaklık ve eksikliklerine rağmen, Kabadayı günümüz sinemasının iyileri arasına girmese bile, vasatın daima üstünde yer alacaktır.



Ocak, 2008
Ahmet Derya Varilci


1 yorum:

  1. FİLM TEK KELİMEYLE HARİKA 2 DEFE SİNEMADA 4 VEYA KEREDE DVD DE İZLEDİM VE İZLEMEK TEN HİÇ BIKMAYACAĞİM SAHNELERİ VAR KENAN ABİ ŞENE ŞENİN OYUNCU KALİTESİYLE 4 DÖRTLÜK BİR FİLM

    YanıtlaSil