Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - XIV
(İsa Yaşadı mı?)
İsa Gerçekten Yaşadı mı?
Tarihi kaynaklarda yer almayıp daha çok dinsel metinlerde sözü
edilen İsa, sadece teolojik alanında tartışılan bir figür değildir. Halen
dünyada en büyük taraftara sahip din olmasına rağmen, Hristiyanlığın lideri Hz.
İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığı günümüzde sorgulanmaktadır, özellikle de
Batı dünyasında…
“İncillerdeki İsa anlatısı,
tamamen mitolojik bir yapıya sahiptir ve tarihsel bir kişiliğe
dayanmamaktadır.”[1]
On sekizinci yüzyıldan beri, İncil metinlerini inceleyen
akademisyenler ve tarihçiler, orada anlatılan mitoloji ve mucizelerden tarihsel
gerçekleri ve biyografiyi çıkarmaya çalışmışlardır. Bu eğilim günümüzde de
devam etmektedir; "İsa Semineri"ndeki akademisyenler gibi akademisyenler,
"tarihsel İsa"yı "imanın Mesihi"nden ayırmak için
İnciller'i ve diğer erken dönem Hristiyan yazılarını incelemektedir. Ancak,
ünlü İncil bilgini Thomas L. Thompson,
Mesih Efsanesi'nde, İnciller'deki İsa'nın hiçbir zaman var olmadığı için
tarihsel İsa arayışının konu dışı olduğunu savunur. Thompson, kendisinden
önceki Kral Davut gibi, İncil'deki İsa'nın da Yakın Doğu mitolojisi ile krallık
ve tanrısallık geleneklerinden gelen temaların bir karışımı olduğunu söyler.
Mesih teması -dünyayı mükemmelliğe kavuşturan, ilahi olarak atanmış bir kral-
Tunç Çağı'na kadar uzanan Mısır ve Babil kraliyet ideolojisinin tipik bir
örneğidir. Thompson'a göre, Eski ve Yeni Ahit'in yazıldığı çağdaş kitle, doğal
olarak Davut ve İsa'yı tarihsel figürler olarak değil, köklü mesihçi
gelenekleri temsil eden metaforlar olarak yorumlamış olmalıydı.
Thompson’un eserinin önsözünde İncil'in kaynakları ve tarihsel
İsa arayışı hakkındaki yaygın varsayımlara meydan okuyan Mesih Mitolojisi, ilgi ve hararetli tartışmalara yol açacaktır,
ifadesi yer almaktadır.
“Erken dönem Hristiyan metinlerindeki çelişkiler ve
tutarsızlıkları İsa’nın gerçek bir tarihsel figürden ziyade edebi bir kurgu
olduğunu göstermektedir.”[2]
Yeni Ahit'te anlatılan mucize yaratan İsa'nın hiç var
olmadığından oldukça emin olabiliriz. Bilimsel bir bakış açısıyla büyücülüğünün
a priori olarak reddedilebileceği gerçeğini göz ardı ettiğimizi düşünelim. Eğer
gerçekten tüm o cüzzamlıları "temizlemiş", doğuştan körlere görme
yeteneği vermiş, kalabalık bir topluluğa biraz balık yemi ve güvercin yemi
vermiş, topallara ve sakatlara hareket kabiliyetini geri kazandırmış olsaydı
mutlaka bir yerlere not düşülür, belgelenirdi.
Suyu şaraba çevirmiş, suyun üzerinde yürümüş, iki bin domuzu
yok ederek yabancı bir ülkede maddi yıkıma yol açmış ve nefesiyle bir incir
ağacını kurutmuş olsaydı, en azından biri o zamanlar bunu kaydeder ve bu tür
olayların şokundan yeterince etkilenerek haberleri yayınlar ve raporların
gelecek nesillere aktarılmasını sağlardı.
Nasıralı İsa Gerçeği
Bildiğimiz kadarıyla, Nasıralı
İsa'nın hayatına dair günümüze ulaşan tüm anlatılar, Markos İncili olarak adlandırılan ilk anlatıya dayanmaktadır. Matta ve Luka İncilleri, Markos
İncili'nin yeniden yazımlarıdır. Yuhanna
İncili ise daha gevşek bir yeniden
yazımdır, ancak yazarın en azından Luka İncili'ne aşina olduğu anlaşılıyor.
Sonraki anlatılar çeşitli şekillerde, bazen de büyük ölçüde, birbirinden
ayrılsa da, hemen hemen benzer bir hikâye örgüsünü takip eder ve elbette
ayrıntılarda farklılık gösterir. Hiçbiri Markos İncili'nden bağımsız değildir
ve Nasıralı İsa hakkında tüm bilinenler, İncil’deki dört metine dayanır.[3]
Antik çağda bu tür birçok mucize bildirilmiş olsa da, hiçbiri "Nasıralı İsa"ya
atfedilmemiştir ve atfedilemezdi de, çünkü Nasıra
adlı bir yerin varlığına milattan sonra ikinci yüzyıldan çok sonrasına kadar
tanıklık edilmemiştir. Günümüz Filistin topraklarında olduğu bilinen Nasıra
adlı yerleşim, İsa’dan çok sonra var edilmiştir. İsa’nın mucizeleri ise, çeşitli
tanrılara ve kahramanlara atfedilir ve iddia edilen mesihimizin yaşadığı
varsayılan zamandan önce bile sık sık anlatılan hikâyeler haline gelmiştir. Antik
Yahudiler, Nasıralı İsa'yı hiç
duymamışlardı. Nitekim Nasıra'yı
da duymamışlardı. Bu, antik
çağlardan günümüze ulaşan Yahudi kayıtlarının kapsamlı bir incelemesinin
çarpıcı sonucudur. Ciddi akademisyenler tarafından tarihi İsa'ya atıf yaptığı
öne sürülen her edebi kaynak incelenmiş ve Babil Talmud'unun son katmanları
dışında hiçbir şekilde böyle olmadığı görülmüştür. Açıkça görülüyor ki, bu
atıflar Mesih'e değil, Hristiyanlığa tepkilerdi.[4]
Tyanalı Apollonius
Roma imparatoru Septimus
Severus (193-211) döneminde, Kapadokya ilindeki Tuvana’da (Niğde) doğmuş Yenipisagorcu düşünürdür. Severus'un eşi
İmparatoriçe Julia Domna'nın isteği
üzerine Sofist Filostratus
tarafından kaleme alınan “Tyanalı Apollon'un Hayatı” bilinen en ayrıntılı
kaynaktır.
Apollonius, Tarsus'ta Pisagor'un okulunda okudu ve
yenipisagorcu öğretinin önemli savunucularından biri olarak birçok ülkeyi
dolaştı. Bir okul kurduğu Efes kentinde öldü. Yaşamı İsa ile aynı döneme denk
geldiği ve hakkında söylenenlerin İsa ile paralellik oluşturması, bu iki ismin
karıştırılmasına sebep olmaktadır.
Apollonius, İsa’nın doğduğu varsayılan yıllarda (MÖ. 4 civarı)
aynı gizemli tarz içinde, tıpkı İsa gibi günahsız
bir bakireden doğmuştur.
Mısır ve Sümer mitolojilerinde de bazı önemli figürler, Tanrı tarafından babasız doğmuşlardır. Örneğin Mısır’da, Luxor yakınındaki Hatşepsut Tapınağı ikinci terasın kuzeyinde, Hatşepsut’un Amon-Ra’nın kızı olarak ilahi doğumunu resmeden bir sahne bulunmaktadır. Güneş Tanrısı Amon – Ra, Hatşepsut’un annesi Ahmose’ye kutsal nefesini üfleyerek onu hamile bırakmıştır.
Her şey Apollonius ile İsa’nın mucizevi güçlerine boyun
eğmiştir ve her ikisi de körlerin gözlerini açmıştır. Tıpkı çoğunlukla İsa’nın
keskin bir bıçakla vücuda çizikler atarak akan kanın içindeki ruhu dışarı
çıkardığı gibi, Apollonius da cin çıkarmıştır. İsa ve Apollonius, topalı
yürütmüş, ölmüşü hayata geri döndürmüş, seyircilerinin düşüncelerini
okuyabilmiş, bazen mucizevi bir şekilde gözden kaybolmuş, şarap içme
alışkanlığından ve kadınlardan uzak durmuşlar, gösteriş için süslenmekten ve
tutumsuz bir yaşam sürmekten sakınmışlardır. İsa gibi Apollonius da asla
çalışarak öğrenmediği pek çok lisanı konuşabilmiştir, daha bir bebekken tanrı
olduğunun kanıtlarını sunmuştur, çocukluğunda olağanüstü bilgelik göstermiştir,
içsel hayatın aynı öğretisini öğretmiştir, ölümden dirilmiştir, ölüp dirildikten
sonra havarilerine görünmüştür.[5]
Apollonius birçok Batılı kaynakta yer aldığı gibi İslami
kaynaklarda Balinas, Balinus vb. isimlerle anılır.
Apollonius, aynı zamanda tarihin ilk vejetaryeni olarak da
bilinir.
Önceleri sayısı 30’u bulan İncillerin Konsil’de sayıları dörde
indirildi. Gospeller ile Apokrif sayılmayarak Kutsal hale getirildi. İsa ölümünden
sonra (eğer gerçekten de böyle biri yaşayıp öldüyse) önce Mesih, sonra Tanrının
Biricik Oğlu en sonra da Tanrı yapıldı.
Türk yazar Aytunç
Altındal’a ait bu değerlendirmenin devamı şöyledir:
“İsa’nın hayatında söyledikleri ile Grek filozoflarının
söyledikleri arasında hiçbir fark yok. İsa’nın söylediklerini pagan filozoflar
ondan yıllar önce söylüyorlardı.”[6]
İsa hakkındaki görüşlerin başlangıç noktası aslen Batılı yazar
ve araştırmacılardır.
James George Frazer
(1854 – 1941), İngiliz antropolog, halkbilimci ve klasik dönem bilimcisiydi. [7]
En çok “The Golden Bough” (Altın Dal)
adlı eserin yazarı olarak hatırlanır ve İsa ile Apollonius arasındaki
benzerliğe ilk dikkat çekenler arasındadır.
“Apollonius’un mucizeleri ve yaşamı, İsa’nınkiyle öylesine
örtüşüyor ki, ikisinin de aynı tarihsel kişilikten türediği düşünülebilir.”[8]
Batılı yazarların önemli bir kısmı Frazer’le aynı
düşüncededir:
“Apollonius’un
yaşamındaki olaylar, İsa’nın hikâyesinin birçok unsuruyla neredeyse bire bir
örtüşüyor.” Kersey Graves, “The World’s Sixteen Crucifield Saviors”
“İsa, Roma’nın Yahudilere ve diğer alt sınıflara hükmetmek
için tasarladığı bir karakter olabilir. Bu figür, Roma’nın baskıcı
politikalarını meşrulaştırmak için kullanıldı.” (Bruno Bauer, “Christ and
Caesars”)
Batılı araştırmacıların düşüncesi bu doğrultudadır; Hz. İsa
önceleri zulüm gören, çile çeken bir insan figürü iken, daha sonra ilah
mertebesine çıkarılmış, tanrı yapılmıştır. Tıpkı Antik dönem önderlerinin
tanrılaştırılması; Apotheosis
gibi…
Devam edecek: Hristiyanlığın Karadeniz’e etkileri; Ünye
Kızılkaya (Saklı Kiliseler) ve Ordu Kurul Kayalığı Şapel Mağaraları.
Kaynaklar:
Batuk, Cengiz. 2020, Ders Notları, OMÜ İlahiyat Fakültesi.
Kur’an-ı Kerim, Diyanet İşleri Başkanlığı
Thompson, Thomas L. 2006, The Messiah Myth: The Near Eastern Roots of
Jesus and David. Jonathan Cape Press.
McKellar, Scott. 2024, Quora.com
Zindler, Frank R. 2003, The Jesus the Jews Never Knew: Sepher Toldoth
Yeshu and the Quest of the Historical Jesus in Jewish Sources, Amer Atheist Pr.
Akalın, Kürşat Haldun, 2015, Yeni Ahitteki Tyanalı Apollonius, Dergi
Park Yay.
Altındal, Aytunç, 2006, Hangi
İsa, Destek Yay.
Frazer, James George, 1890, The Golden Bough, University of
Cambridge Press.
[1]
Thompson, 2006; 17
[2] Zindler,
2003; 36
[3] McKellar,
2024; 1
[4] Zindler,
2003; 1
[5] Akalın,
2015; 1
[6] Altındal,
2006: 16
[7] Klasik
Dönem, Milattan Önce yaklaşık 5. ve 4. yüzyıllar için kullanılsa da genel
olarak Arkaik Dönem’den sonra, Helenistik Dönem’den önceki yılları kapsar.
[8] Frazer,
1890; 25







Hiç yorum yok:
Yorum Gönder