30 Temmuz 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi - Hellenistik Dönem Ekonomisi

 


Karadeniz Arkeolojisi - Hellenistik Dönem Ekonomisi

 

Karadeniz’in toplumsal yapısı Helenistik Dönem’de de önemli bir değişim geçirmedi. Hellenistik Dönem, Karadeniz’de daha çok kültürel alanda önemli bir etkileşim gösterdi, dolayısıyla dönemin egemen unsurlarıyla eski sosyo-ekonomik yapıya benzer bir ilişki içine girildi. Bölgeye bir dönem egemen olan Pontus Krallığı, Pers kökenli olmasına rağmen Grek kültürünün uygulayıcısıydı. Kendilerinden sonra bölgede hâkimiyet sürdürecek olan Romalılar gibi Helenistik kültürün bir parçasıydılar. Klasik Grek kültürü (din, sanat ve yazın olarak) Pontus krallıklarında baskındı, Roma hâkimiyetinde bile Karadeniz’de Latince değil, daha çok Grekçe konuşulmaya ve yazılmaya başlanmıştı. Dönem boyunca Karadeniz kentlerinde Helenistik Grekçe olarak da bilinen Koini lehçesi, bir bakıma ortak dil “lingua franca” olarak gelişmiştir.[1]


 

Antik Çağ’ın Baskın Üretim Tarzı

 

Antik Çağ boyunca baskın üretim tarzı köle emeği üzerine kurulmuştu. Antik Çağ öncesinin avcı-toplayıcı toplumlarında “köle” anlayışı yoktu. Bazı araştırmacıların “asalak” olarak nitelendirdiği bu toplumlarda herkes eşitti ve elde ettiklerini ortaklaşa harcarlardı.[2]

Toprağı işlemeyi öğrenerek “üretim” yapan insan, yerleşik topluma geçince durum değişti. Emeğin üretkenliği arttıkça, ürün birikti (depolama) ve gelir eşitsizliği ortaya çıktı. Toplumlar sınıflara bölündü, topluluklar arası yağma ve talan başladı. Savaş esirleri bu defa öldürülmeyip esir alındı ve üretime seferber edilerek köleleştirildi.

Eskiçağlarda köleliğin ortaya çıkmasının çok farklı nedenleri vardı. Savaşlar, ticari ilişkiler, mülkiyet kavramı, yoksulluk, borç nedeniyle köleleştirme, korsanlık veya haydutluk, köle ana-babadan doğma gibi etkenler bir kesim insanların diğerleri tarafından köle yapılmasına neden olmaktaydı.[3]

Kölelik kurumu, toprağın işlenerek ürün fazlası elde edildiği andan itibaren insanlık tarihinin toplumsal yapısına girmeye başladı. Köleliğe ait en eski kayıtlara Eski Mısır, Sümer, Akkad ve Antik Yunan gibi toplumlarda ter almaktadır.

Böylece Antik Çağ’da köleci üretim ilişkileri baskın üretim tarzı oldu.

Köleci üretim tarzı, Antik Çağ’ın her döneminde ve her toplumda aynı ölçüde ve aynı biçimde değildi. Arkeolojik kazılardan elde edilen belgelere göre köleliğin tarihi MÖ. 4.000 yılı başlarına değin gitmektedir. Tarihin bir paradigması olsa gerek, bu aşamaya “uygar” toplumlara geçiş dönemi denilmektedir.

Eski Mısır’da da kölelik M.Ö. 4.000’li yıllarda başladı.

Mısır köleleri tamamen Firavun’a aitti ve sadece iş yapmak için kullanılan bir alet gibiydi. Üretim araçları (toprak, iş aletleri vb.) gibi köleler de efendinin mülkiyetindeydiler.[4]

Kölelerin hiçbir sivil hakkı yoktu ve efendilerini ilâh olarak görürlerdi. Gerek Mısır piramitleri gerekse Mısırlı yöneticilerin günümüzde de mevcut olan heykelleri Mısır’da köleliğin ne denli yüksek bir boyutta olduğunun en önemli kanıtlarındandır.

Yine aynı dönemde, M.Ö. 4.000 yıllarında Sümerlerde görülen köle edinme tamamen “köle emeği” üzerine kuruluydu. Sümerler, Asurlular ve Akkadlar kölelerini tarlalarda, sulama düzenlerinin yapımında ve soyluların hizmetinde kullanıyorlardı.[5]

Köle emeğinin Anadolu’da yaygınlaşması MÖ. 2000’lerde Hititler sayesinde oldu. oldu. Kızılırmak havzasında yerleşim gösteren Hititler’de kölelik egemen üretim biçimiydi. Ev hizmetinde kullanılanlar, Hitit metinlerinde Sümerce bir kelime olan Namra ile ifade edilirdi ve Hititçesi Arnuwala olan “savaş tutsakları” ile sağlanmaktaydı. Bu insanlar Hititlerin fethettikleri topraklardan sürüp Anadolu içlerine getirdikleri canlı ganimetlerdir. Özellikle zanaatçı ve çoban halktan kişilerin köle olduğu Hititlerde kölelik oldukça ağır şartlara sahipti. Köleler alınıp satılabiliyor, bir suç işlediklerinde dövülebiliyor, hatta öldürülebiliyordu.

MÖ. 3.000’li yıllarda Kuzey Mezopotamya’da kurulan Asurlara baktığımızda köle sayısının Hitit ve Eski Mısır’daki kadar fazla olmamakla birlikte özellikle hamal, katırcı ve kervan koruyucusu olarak köleler edinildiği görülmüştür. Anadolu’ya sirayeti Kültepe merkezli Asur Ticaret kolonileri aracılığıyla olmuş ve “köle pazarları” kurulmuştur.  “Harran envanteri”  adıyla anılan belgenin hayvanlar, sulama araçları ve köleler de içinde olmak üzere Asurlu sömürgecilerin topraklarını kapsayan listenin ayrı bir önemi vardır.[6]

Hititler Dönemi2nde Kuzey Anadolu’da (Karadeniz kıyı kesimi) yaşayan ve düzenli bir toplumsal yapıya sahip olmayan Kaşkalar hakkında net bilgiye sahip değiliz. Hitit metinleri dışında bilgi edinilemeyen Kaşka topluluklarının sosyal yapısı, dönemin “uygar” toplumlarına göre daha “barbar” olmalıdır. Haliyle sistemli bir köle emeğinden söz etmek mümkün değildir. 


 

Hellenistik Krallıklarda Sosyal Yapı

 

Hellenistik dönem krallıkları, İskender politikasının aksine “fetih hakkı”na göre örgütlenmişlerdi. Bu krallıkların hâkimiyet alanlarında, değişik kültürlerden farklı halklar bulunduğu için sadece bir merkezi otorite altında (krallık) yönetilebilirdi. Böylece Pers kalıntısı “satrap” yönetimi terk edildi, imparatorluk krallıklara bölündü. Daha etkili bir deyişle “Doğu tipi bir merkezi monarşiler” oluşturuldu. Hellenistik devletlerde yönetici tabaka; Yunanlılardan, Makedonlardan ve Hellenleşmiş yerel soylulardan meydana geliyordu.  

Hellenistik krallıklarda yaşayan yerli halklar ise, vergi ve angaryaya bağlı bir köylü kitlesinden oluşuyordu. Bu kesim öncekinden daha istikrarlı, barışın tesis edildiği daha iyi bir yönetime kavuşmuş gibiydi. Mısır ve Mezopotamya’daki imkânlar iyi değerlendiriliyor, sulama şebekeleri daha doğru yönetiliyordu. Ancak, halkın yaşam biçiminde değişen fazla bir şey yoktu. Pers boyunduruğunun yerine, yeni istilacıların getirdiği, daha ustaca ama daha ezici bir başka sömürü geçti. Her ikisinde de üretici güçler aynıydı. Ekonomi temelde köle emeğine dayanıyordu. Bütün doğal zenginlikler, tarım arazileri, madenler, tuzlalar, taş ocakları hükümdarın mülküydü. Ticari faaliyet, dokuma ve yağ endüstrileri kral tekellerinin elindeydi. Tarım, sanayi ve ticari işletmeler kiralama yöntemiyle bazı imtiyazlılara veriliyor ve burada çalışan kesim ya doğrudan kölelerden yahut köleleştirilmiş vergi ve angarya mükelleflerinden oluşuyordu. Köle ticareti pek gelişmişti: Büyük çoğunluğu da özellikle Nubya’dan (Sudan'ın kuzeydoğu kesiminde yer alan bir çöl) getiriliyordu. İskender’in imparatorluğu, istikrarsız ve geçici bir nitelik taşısa da, köleci toplumun gelişiminde yeni bir aşamayı temsil eden, yeni sosyal ve siyasal ilişkilerin doğuşunu engelleyemedi.[7] 

Nüfuslarının azlığı nedeniyle yerli halk içinde eriyip yok olmaktan çekinen Makedonlar, krallık otoritesine bağlı siteler halinde örgütlenmişlerdi. Geniş bir özerkliğe sahip ve uzun bir süre vergiden bağışık olan bu kentler, Akdeniz’den Türkistan’a kadar hızla çoğalmışlardı. Bu siteler, yerlilerden zorla aldıkları ve aynı yerlileri köleliğe mahkûm ettikleri topraklarda zenginleşmiş birer idari ve ticari merkez durumundaydı. Bu süreçte Doğu ülkeleriyle Batı arasında yoğun bir ticari ilişki ağı kuruldu. Doğu ülkeleriyle Yunanlıların iktisadi ilişkileri, kültürleri arasında karşılıklı etkileşim oluştu. Bu devletlerden bazılarında büyük bir gelişmeye yaşandı.

Hellenistik devletlerin en önemli merkezleri yeni kentlerdi; Babil ve Memphis gibi Doğu’nun eski kentleri ikinci plana düşmüştü. Antiokheia ve Aleksandreia dünya çapında merkezler oldular.[8]

Bunlardan biri de Karadeniz’de hüküm süren Amasia ve Sinope’yi merkez edinen Mitridates Krallıklarıydı. Her ne kadar dönemin en büyük köleci imparatorluğu Roma’ya karşı isyan bayrağını açmış asilerin öncüsü gibi görünse de Pontus Krallığı köleci bir üretim tarzına sahipti.

Ancak bu krallıklar böyle sürüp gitmedi, Örneğin başlangıçta Akdeniz’den Hindistan’a dek uzayan Seleukoslar Krallığına MÖ. 63’te Romalılar son verdiğinde, ellerinde yalnızca Suriye’nin birkaç iliyle Kilikya’nın doğu kesimi kalmıştı.

Aynı yıllarda Roma komutanı Pompeius, VI. Mithradates’i yenerek Pontus Krallığına son verdi.

Batı kökenli Roma İmparatorluğu da benzer bir örgütlenmeye sahipti ve ekonomisi köle emeğine dayanıyordu. Onların Anadolu’daki varlığına da doğudan gelen Türkler son verdi. 

Şüphesiz İlkçağ’ın doğu toplumlarında da “köle emeği” mevcuttu. Ancak batıdakiler gibi kurumsallaşmamıştı. Köle emeği, Çin ve Hindistan hariç Asya toplumunun tamamında ekonomiyi belirleyen unsur değildi. Doğu’da henüz kabile sisteminin bir varyasyonu olan Asya tipi üretim tarzı mevcuttu. 

 

Kaynaklar:

 

Hadas, Moses, Hellenistic Culture; Fusion and Diffusion, Columbia University Press, 1959.

Tanilli, Server. Yüzyılların Gerçeği Ve Mirası, İnsanlık Tarihine Giriş, Cilt I, Say Yay. İst. 1984.

Zubritski, Mitropolski, Kerov, İlkel Topluluk, Köleci Toplum, Feodal Toplum, Sol Yay. 1979.

Nikitin, Paul. Ekonomi Politik, Principes d’Economie Politique, 1962, Eriş Yay.

Biestry, Stephen, Antik Dünya – Mısır, Roma, Yunan, İş Bankası Kültür Yay. 2009.

Diakov, V.-Kovalev, S. İlkçağ Tarihi 1, Yordam Kitap, 2017. 

 

30.7.2025, Ünye Kent

 

Dipnotlar:

[1] Hadas, 1959; 201

[2] Zubritski, Mitropolski, Kerov, 1979; 34

[3] Zubritski, Mitropolski, Kerov, 1979; 61

[4] Nikitin, 1979; 37

[5] Biestry, 2009; 101

[6] Diakov-Kovalev, 2017; 87

[7] Tanilli, 1984; 378

[8] Diakov-Kovalev, 2017; 486

23 Temmuz 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi - Antik Yunan, Persler ve İskitler

Antk Yunan'da domestik köle. 
(Sahibinden daha küçük betimlenmiştir.)

 

Karadeniz Arkeolojisi - Antik Yunan, Persler ve İskitler

 



Antik Dönem boyunca Karadeniz’den birçok kavmin geldi geçti. Bu süre zarfında egemen üretim biçimi eski Yunan kolonilerinin dayattığı ticari yapıyla benzerlikler gösterdi. Koloni öncesi ve sonraki dönemlerin Antik Karadeniz ekonomilerini, tüm Antik Dünya’da olduğu gibi köleci üretim tarzıyla açıklamak mümkündür.     

 

Koloni Kentleri, Persler ve İskit Toplumu

 

Eski Yunan'da egemenliğini sürdüren köleci mülkiyet biçimi, eski site-devleti sistemine dayanıyordu. Orada, topluluk kavramı, site kavramı ile karışıyordu. Ama bu, artık Doğuda olduğu gibi emekçilerin bir birliği (association) değil, köle sahiplerinin topluluğuydu. Bütün yurttaşlık haklarına sahip olan bu topluluk üyeleri, ayrıcalıklı bir azınlık oluşturuyorlardı. Onların dışında kalanlar, yalnızca köleler değil, aynı zamanda, haklardan yararlanamayan özgür halktı.[1]

Dolayısıyla Atina Demokrasisi, köle sahipleri arasındaki eşitlikten başka bir şey değildi. Atina'nın Altın Çağı olarak bilinen Perikles Dönemi (MÖ. 440-429), köle ekonomisinin doruğuydu. Sokrates’in öğrencisi Perikles iyi bir asker ve politikacıydı. Grek-Pers Savaşları ve Peloponez Savaşı arasında öne çıkmış ve etkili olmuştur. Kendisinden yaklaşık 200 yıl önce Solon Reformları gerçekleştirilmiş ve borçları yüzünden köleleştirilen halkın borçları silinmişti. Bu dönemde ortaya çıkan köle emeği açığı, Perikles Dönemi’nde savaşlardan sağlanan esirlerle sağlandı.

Sitelerdeki siyasi yapı tamamlanınca, kolonilerin kurulması da başlamıştı. Kolonlar (Koloni kuranlar) en başta, Yunanistan'ın, klan aristokrasisinin iktidarı ele geçirdiği bölgelerinden geliyorlardı. Klan aristokrasisi, toprağı kendi ellerinde toplayarak ve topluluk üyeleri yığınını yoksulluğa mahkûm ederek, onları, yurtlarını bırakmaya zorluyordu. Göçenlerin arasında, hem yoksullaşmış yurttaşlar, hem de köle emeğinin rekabeti karşısında iflâs eden zanaatçılar, küçük ve orta çiftçiler vardı. Kolonlar arasında, siyasal nedenlerle göçen aristokratlar da bulunuyordu.

Perikles ile birlikte köle ekonomisinin bu ve benzeri engelleri aşıldı. Hepsinden öte İlkçağ’ın en azgın köleci imparatorluğunu kuran Persler karşısında sağlanan askeri zaferler de Atina yönetimini rahatlatıyordu.

Yunan ana kıtasındaki “köleci üretim ilişkileri” elbet de uzak diyarlarda kurdukları kolonilerde de aynen uygulanıyordu, üstelik daha da katmerli olarak. Atina döneminin (M.Ö. 454-404) önemli olaylarından biri de Perikles'in MÖ. 436/5 tarihinde düzenlediği Karadeniz Seferi’dir. Bu konuda bilgi veren tek kaynak eskiçağ biyografı yazarı Plutarkhos ‘tur (M.S. 50-120).[2]

 

Antk Yunan'da köle emeği ve köle ticareti. 
(Yasal bir statü haline geldi.)

Tarım, Antik Yunan'da kölelerin çalıştırıldığı temel alandır. 
(Siyah Figürlü Amfora, British Museum.)

Antik Yunan’da Köle Ekonomisi

 

Kölelik, Pilos’ta (Navarin) ortaya çıkarılan çok sayıda tablette belgelendiği üzere Miken uygarlığı boyunca mevcuttu.[3]

Eski Yunanistan'daki bazı yazarlar (en belirgin olarak Aristoteles) köleliği doğal ve hatta gerekli görmüşlerdir. Kölelerin başlıca kullanıldığı yer tarımdı ama yüzlerce köle de taş ocaklarında veya madenlerde çalıştırıldı. Atina, yoksul aileler dışında, hane başına üç veya dört köle olmak üzere, MÖ 6. ve 5. yüzyıllarda en çok 80.000 köle ile en büyük köle nüfusa sahipti. Atina’nın klasik dönemde (M.Ö. 5. yüzyıl) köleci bir toplum haline geldiği kesin olarak söylenebilir. Kölelerin nüfusuna ilişkin olarak ise Demetrios’un Attika’daki nüfus sayımında 400.000 köle sayıldığı bilinmektedir.[4]

Antik Yunan’da köle ticareti en önemli gelirler arasında yer almış ve bundan çok büyük kazançlar sağlanmıştır. Özellikle Karadeniz’in önemli kentlerinden Sinope (Sinop) ve Trapezous (Trabzon) köle ticaretinin merkezi durumundaydı.

Antik Dönem ekonomisi “her türlü ürünün ve malın yoğun bir şekilde değiştirildiği ve bunlardan özellikle tahıl, şarap, yağ ve köle gibi dört unsurun ticaretin önemli elemanları olduğu” belirtilmektedir.[5]

Eski Yunan toplumunda köle ekonomisinin ayrıntılarını; Homeros destanlarında, Herodotos’un Historia’sında, Hesiodos’un İşler ve Günler (Theogonia) adlı eserinde ve Ksenephon’un Oeconomicus’unda görmek mümkündür.


 

Grekler ve İskitler (Skythai-Skythler)

 

Grekler, M.Ö. VII. yüzyılda, Karadeniz’in kuzey kıyısını değerlendirmeye başladılar. Başlangıçta İonya tüccarları buğday, balık, köle almaya ve Grek malları satmaya geliyorlardı. İlk ticaret acentaları, örneğin Bierezan adasındaki (Dinyeper ağzında) acentaları bu dönemde ortaya çıktı. Daha sonra VI. yüzyılda, kent devletlerinin düzenlediği ve yeni toprakların nüfuslandırılmasıyla sonuçlanan kolonizasyon başladı.

Pontos’un yerli halkından çekindikleri için Eski Yunanların bu bölgede koloni kurmaları kolay olmamıştır. Örneğin Strabon (VII. 298), “...işkillerin yabancıları kurban ettiklerini, insan eti yediklerini, kafataslarından içki içtiklerini...", anlatmaktadır. Keza Kırım’daki Tauri ve Kafkaslardaki Kolkhisliler de Eski Yunanların çekindikleri kabilelerdendi. Karadeniz bölgesindeki en önemli koloni Miletosluların kurduğu Sinope (Sinop) idi.[6]

Kolonizasyon, deniz havzasının kuzeyindeki yerli halkla Greklerin çok yakın ilişkiler kurmalarına yol açtı. Bu halkların en önemlileri Don ve Tuna nehirleri arasında kalan geniş topraklara VIII. yüzyıldan itibaren yerleşmiş olan İskitlerdi. Bu boyların çoğu, klanlar düzeninin yıkılışı ve sınıflara bölünmüş topluma geçiş döneminde bulunuyordu. Karadeniz kıyılarındaki steplerde hayvan yetiştiriciler yaşıyordu. İskitlerde, ataerkil biçimde kölelik vardı ve toplumsal farklılaşma artık ortaya çıkmıştı. Zanaatın (dericilik, yüncülük, çömlekçilik) ve Eukseinos Pontos kolonileriyle yapılan ticaretin (özelikle buğday, hayvan, balık ve köle ticareti) gelişmesi, İskit toplumunun doruğunun özellikle doğuştan soylu asker sınıfının ve boy başkanlarının zenginleşmesini sağlıyordu.[7]

Herodotos da Diakov ve Kovalev gibi İskit toplumunu “ataerkil” ve “köleci” olarak nitelendirir. Ancak Herodotos, Troya’ya destek olan kadın savaşçıları, Amazonları, İskitlerle ilişkilendirir. İskit erkekleriyle beraber Sauromatları oluşturan Amazonlar, İskit Ordusun kadın askerleridir. Thermodon Irmağı havzasında yaşayan Amazonları (günümüzde Terme civarı), İskitlerin ataerkil-köleci yapısıyla bağdaştırılması ne derece doğru olabilir? Öte yandan Herodotos, İskitleri Grek soyuna bağlayıp, Herakles efsanesiyle ilişkilendirir.

Sonuçta Ön-Türk olduğu ileri sürülen İskit toplumu da köle emeğine dayanıyordu. Şatafatlı kral mezarları, kurganlar, altın elbiseli adam vb. bu tezleri doğrular niteliktedir.  

 

Esik Kurganı ve Altın Elbiseli Adam Zırhı

 

Literatüre “Altın Elbiseli adam” adıyla giren bu buluntu, Kazakistan’ın Almatı yakınlarındaki Esik (Issyk) Kurgan’da 1969-70 yıllarında yapılan kazılarda ele geçirildi.

Radyo karbon analizine göre kurgan MÖ. 5. Yüzyıl’da inşa ediliyor. Genç yaşta ölen Tigin veya Tegin (Eski Türklerde Han’ın varisine verilen unvan) ait olduğu sanılan kurganda “Han Uya” yazılı bir de gümüş kap bulunuyor. Bu kapta “Tigin 23’ünde öldü, Esik halkına başsağlığı diliyorum” yazılıdır. Proto-Türk alfabesiyle yazılan bu yazı MÖ. 5. Yy.’a tarihlenmektedir. Bu yazı örneği Göktürk alfabesiyle MS. 681-744’de yazılan Orhun anıtlarından bin yıl daha eskidir. Gümüş kaptaki yazı, yazının İskitler ve Eski Türk kabileleri tarafından oldukça eski dönemlerde kullanıldığını ortaya koymaktadır.[8]

Türklerin Sibirya’nın Güney batısına M. Ö. 2. Yy ‘da Asya’nın iç taraflarından batıya doğru sefer yapan Hunlar döneminde geldikleri bilinmektedir. İskitler ise Karadeniz ile Altay arasındaki geniş alanlarda hüküm sürmüşlerdir.[9]

Altın Elbiseli Adam Türkiye'de Sergileniyor: Eylül-Ekim 2019.

Her ne kadar Doğu toplumlarında ve Kuzey Asya steplerindeki sosyal yapı ve ekonomik ilişkiler Ön Asya ve Batı dünyasıyla bire bir örtüşmese de temel üretim tarzı köle emeği üzerinde biçimleniyordu.

İskender İmparatorluğu ve Hellenistik Krallıklar için de aynı üretim tarzı geçerlidir. Yönetici sınıf her ne kadar Makedon kökenli olsa da İskender İmparatorluğu Perslerden kalma yönetim sistemine dayanıyordu. Yunan kültürüne yakın ancak doğuya özgü yeni bir soylu sınıfı yaratılmıştı. Antik dönem tarihçisi Plutarkhos’a göre 70 civarında yeni kent kuruldu. Yönetici kesim Yunan koine lehçesiydi. Günümüzde Herat, Kandahar ve Semerkant adı taşıyan kentler İskenderiye adıyla o dönemde kurulmuştu.

 

Kaynaklar:

 

Zubritski, Mitropolski, Kerov, İlkel Topluluk, Köleci Toplum, Feodal Toplum, Sol Yay. 1979

Demir, Muzaffer, 2006, Perikles’in Karadeniz Seferi Üzerine Yeni Bir Yorum, Belleten, 2001.

Burkert, Walter. 1985, Greek Religion. Oxford: Blackwell Publishing.

Bonnard, André, 2004, Antik Yunan Uygarlığı I, Evrensel Basım Yayın,

Finley, Moses I., 2007, Antik Çağ Ekonomisi, Arkeoloji ve Sanat Yay.

Tekin, Oğuz, 2008, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yay.

Diakov, V., Kovalev, S. 2017,  İlkçağ Tarihi 1, Yordam Kitap

Rásonyi, László, 2007, Tarihte Türklük, Örgün Yay.

Grakov, Boris Nikolayeviç, 2020, İskitler, Selenge Yay.



23.07.2025, Ünyekent

 

 

 

 

DİPNOT

[1] Zubritski, Mitropolski, Kerov, 1979, S. 100

[2] Demir, 2006. S. 2

[3] Burkert, 1985

[4] Bonnard, 2004, s. 303

[5] Finley, 2007, S. 18

[6] Tekin, 2008, S. 70

[7] Diakov, V., Kovalev, S., S.400

[8] Altın Elbiseli Adam 1969 tarihinde, Kazakistan’ın eski başkenti Almatı şehrine yaklaşık 50 kilometre mesafedeki Esik Kurgan’da yapılan kazı çalışmaları esnasında ortaya çıkartılmıştır. Kazak arkeolog Kemal Akisev başkanlığında yapılan kazılar sonucu gün yüzüne kavuşturulan buluntuların Türklerin ilk ataları arasında gösterilen ve tarihçiler arasında Proto-Türk olarak adlandırılan İskitlere ait olduğu düşünülmektedir. 26 harften oluşan Esik Yazıtı tam olarak çözümlenememiş olsa da Orhun Yazıtlarına giden sürecin erken bir aşamasını ifade etmektedir. 

[9] Rásonyi, 2007 - Grakov, 2020

16 Temmuz 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi - Antik Dönem Ekonomisi

 

Antik Çağ Köle Pazarı

Karadeniz Arkeolojisi - Antik Dönem Ekonomisi

 

Antik Dönem’in ekonomisine girmeden önce “Antik Dönem” kavramına açıklık getirmek gerekir. Antik Dönem yahut Antik Çağ neydi ve nasıl bir ekonomiye sahipti?

Antik Çağ, Antik Dönem, antik tarih ya da İlk Çağ olarak tanımlanan bu terimlerin tümü aynı içeriğe sahiptirler...

Tarihinin başlangıcından erken dönem Orta Çağ'a kadar uzanan zaman dilimini kapsarlar ve dönemin belirgin kültürel ve siyasi olaylarını konu alırlar.

Tarih, Antik Çağ’la birlikte başlıyor.

Bir başka deyişle, tarihin başlangıç noktası Antik Çağ’dır.

Tarihi ve dolayısıyla Antik Dönem’i başlatan en önemli olay yazının icadıdır.

Bu zaman dilimi kronolojik olarak MÖ. 3.000’li yıllara tekabül eder.[1]   

Antik Çağ’ın bitişi ise, erken Orta Çağ’ın başlangıcıdır. Her ne kadar göreceli bir kavram da olsa, Batılı akademisyenler Batı Roma İmparatorluğu'nun 476'daki çöküşünü, antik Avrupa tarihinin sonu olarak kabul eder.[2]


 

Tarihin Sıfır Noktası Neresi?

 

Günümüzün moda deyişlerinden biri, “Tarihin sıfır noktası” tanımlamasıdır.

Bu tanım olsa olsa tarihin başladığı zamana işaret eder.

Tarih, yazının icadıyla başladığına göre, sıfır noktası da yaklaşık MÖ. 3.000 yıllarına kadar gider.[3]  

Aynı zamanda Antik Çağ’ın başlangıcı da kabul edilen MÖ. 3000’ler, Sümerce çivi yazısının keşfedildiği yıllardır ve kayıtlı tarihin süresi yaklaşık 5000 yıldır.

Oysa “insanlık tarihi” denince insanın yeryüzünde ilk fark edildiği zaman dilimi akla geliyor.

Genetik delillere göre insanoğlunun ilk ortaya çıkışı günümüzden yaklaşık 1,5 milyon yıl öncedir.

Ayrıca, modern insanın atası olan Homo sapiens'in Afrika'yı yaklaşık 60.000 yıl önce terk ettiği kabul edilir.

Samsun Tekkeköy’de ilk insan izlerinin kaya sığınaklarında görüldüğü ve bu üretim nesnelerinin Mezolitik Dönem’e ait (MÖ. 20.000-10.000) taş aletler olduğu tespit edilmiştir.

Göbekli Tepe’de ele geçirilen eserlerin günümüzden 10.000 yıl önceye ait olduğu, Anadolu’da Yeni Taş Çağı’na (Neolitik Dönem) denk düştüğü saptanıyor.

Bu zaman dilimlerinin herhangi birine “Tarihin sıfır noktası” demek doğru değildir. Tarih Öncesi (Prehistory) ve Ön Tarih (Protohistory) kavramlarıyla açıklamak gerekir.

Antik tarih yahut klasik anlamıyla tarih ise, MÖ 3000’lerde başlıyor ve tarihin başlangıç noktası olarak kabul edilir. MS. 500’e kadar süren bu tarih dilimi, insanların yaşadığı tüm kıtaları kapsıyor.[4]

Klasik tanımıyla “Üç çağ sistemi” diye adlandırılan insanlık tarihi; Eski Taş Devri, Bronz Devri ve Demir Devri olarak dönemlere ayırır ve kayıtlı tarihin genellikle Tunç Devri ile başladığı kabul edilir.[5]

Üç çağın başlangıcı ve bitişi dünyanın bölgelerine göre değişir. Birçok bölgede Tunç Çağı'nın genellikle MÖ 3000'den birkaç yüzyıl önce başladığı kabul edilirken, Demir Çağı'nın sonu bazı bölgelerde MÖ ilk binyılın başlarından diğerlerinde MS birinci binyılın sonlarına kadar değişir.[6]


Antik Dönem’i bu şekilde netleştirdikten sonra, dönemin ekonomik yapısına girebiliriz.


 

Antik Dönem Ekonomisi

 

Filmlere konu edilen, romanları yazılan ve üzerinde sayısız araştırmalar yapılan Antik Dönem aslında nasıldı?

Bunca şatafatına, albenisine karşın bu dönemin hiç te imrenilecek yanı yoktu.

Tüm Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında olduğu gibi, bu dönem boyunca Karadeniz’de de egemen ekonomik yapı köleci üretim ilişkileri üzerineydi.

Kölelik, tarihin kaydettiği en kaba ve en açık ilk sömürü şeklidir.” diyor, Ekonomi Politik’in yazarı P. Nikitin.[7]

Ne yazık ki, Karadeniz Arkeolojisinin omurgasını oluşturan bu dönem, eski köleci üretim tarzını, İlkçağ’ın diğer toplumları gibi bağrında taşıyordu.  Anadolu, Ön Asya ve Avrupa toplumlarında görülen köle emeğine dayalı üretim ilişkilerinin bir benzerini Karadeniz toplulukları da yaşamaktaydı.

 

Antik Çağ Ekonomisi Nasıl Gelişti?

 

Mısır ve Mezopotamya medeniyetleri tarımı geliştirerek ticarete katıldılar ve zenginleştiler. Mısır ve Mezopotamya medeniyetlerinin yeni üretim biçimleri “köle” emeğine dayalıydı ve bu ilişkileri dünyaya yayılarak diğer toplumları etkiledi. Ancak dünyanın batısındaki medeniyetlerin ekonomik potansiyeli daha düşüktü bu nedenle batı medeniyetlerinde ekonomik büyüme ticaretin yanında fetihlerin getirdiği kazançlarla gelişti. Fetihlerde elde edilen en büyük kazanç, savaş esirleriydi. Artık onları öldürmüyorlar, köle olarak çalıştırmayı yeğliyorlardı. Kurdukları kolonilerde de aynı sistemi hayata geçirdiler.

Grek kolonileri ve onları tehdit eden İskit toplumu köle emeği üzerine inşa edilmiş ekonomilere sahipti. Çünkü bu dönemde üretici güçlerin çoğalması, toplumsal işbölümünün ve değişimin gelişmesi, ilkel toplumdan köleliğe geçişin temelini oluşturuyordu.

Demirden yapılmış araçlar, kölelik düzeninde üstünlük sağladılar. Demirin üretilmesi, bu dönemde öğrenilmişti.[8] Demir araçlar, insana, kendi faaliyetlerinin alanını genişletme olanağını verdi. Bir demir balta aracılığıyla orman ve çalılarla kaplı topraklar ekilir hale getirilebilir; demir saban, daha geniş toprakları işleme olanağını verebilirdi. Tarımda sadece tahıl ve sebze üretimi ile yetinilmedi, tarımsal ürünlerden şarap ve tereyağı yapımına da başlandı. Madeni aletlerin yapımı, zanaatçılığın doğmasına neden oluyor. Zanaatçıların iş alanı, gittikçe daha bağımsız hale geliyor. Bu, zanaatçılığın tarımdan ayrılması, ikinci büyük toplumsal işbölümü meydana geldi.[9]

Gene bu zamanda, değişim yeniden gelişti ve para ortaya çıktı. Bütün diğer metaların değerlenmesine hizmet eden ve evrensel bir meta olan para, değişim aracı olmaya yaradı. İşbölümünün ve değişimin genişlemesi, metaların ve alım ve satımıyla uğraşan bir takım insanlar ortaya çıkardı. Tacirlerin ortaya çıkmasıyla üçüncü büyük toplumsal işbölümü meydana geldi.

Kent ve köyün ayrışması, üretici güçlerin gelişmesi, toplumsal işbölümü ve değişimin daha ileri götürülmesi, servet eşitsizliğini keskinleştirdi. Bir uçta üretim araçlarını, hayvanları, parayı ellerinde toplayan zenginler, diğer uçta durumu gittikçe kötüleşen ve zenginlere borçlanan yoksullar vardı. İşte tefeciler, borçlular, alacaklılar, bu dönemde ortaya çıkmışlardır. Daha fazla gelir elde etme hırsı savaşları alevlendirdi. Savaş ganimetleri ve esirlerin devreye girmesiyle kölecilik kurumsallaştı, giderek ekonomiyi belirleyen temel güç konumuna geldi.

Antik dünya tarihinden söz edilirken bu konuya pek girilmez ama Antik dünyanın, göz alıcı ekonomik gücü ve saygın kültürü, kölelerin sömürülmesi suretiyle gerçekleştirildi. Bu süreç Antik Çağ boyunca farklı yerlerde değişik biçimlerde ortaya çıkar.

 

Devam edecek: Doğu toplumlarından Batı Dünyası’na Antik Çağ’da Ekonomik Yapı.

 

Kaynaklar:

 

Kipfer, Barbara Ann. 2000, Encyclopedic Dictionary of Archaeology

Cline, Eric H. 2021, MÖ. 1177 Medeniyetin Çöktüğü Yıl, Bilge Kültür Sanat Yay.

Nikitin, P. 2006, Ekonomi Politik, Eriş Yay.

 

16.07.2025, Ünye Kent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/karadeniz_arkeolojisi_-_antik_donem_ekonomisi_-5460.html


Dipnot:

[1] Yazının MÖ. 3.500O yıllarında Mezopotamya’da icat edildiği ve Sümer kültürünün ürünü olduğu kabul edilir.

[2] Antik tarih için kullanılan bir başka terim de antikitedir (antiquity).Antikite kavramı daha çok Antik Yunan ve Antik Roma uygarlıkları için kulllanılmaktadır.

[3] Okul kitaplarına varıncaya kadar “tarih” kavramı böyle tanımlanmaktadır.

[4] Antik Çağ’ın başlangıcı için “Tarihin sıfır noktası” demek, bu anlamda doğru kabul edilebilir.

[5] Kipfer, B.A.. 2000, s. 564

[6] Cline, Eric H. 2021, s. XV

[7] Nikitin, P., S: 29

[8] Ünye civarında yaşadığı bilinen ve demiri işlemeyi bilen ilk topluluklardan Khalipler, Karadeniz Antikitesinin en belirgin unsurları arasındadır. 

[9] Nikitin, P., S: 30