10 Eylül 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi – IV

 

Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi – IV

                                                                                 

 
Tarihsel süreci belirleyen unsur, kralların yahut yöneticilerin gösterdiği olağanüstü kahramanlıklar değildir. Tarihte öne çıkan isimler elbet de önemlidir ve bu süreçteki8 etkileri yadsınamaz. Ancak onlar da mevcut koşulların ürünüdür ve tarihi yapan esas unsur halktır, bir başka deyişle üretici güçlerdir.



 

Bizans Döneminde Ekonomi ve Sosyal Yapı

 

Roma İmparatorluğunun üretici gücü, büyük çiftliklerde ve işliklerde kölelerdi. 395 yılında imparatorluk resmen ikiye bölünme aşamasına gelirken bu durum değişmeye başladı. Çünkü sosyal yapıda köklü bir değişim yaşanmaktaydı.

Nasıl ki köleci ilişkiler, ilkel topluluğunun bağrında ortaya çıktıysa, ilk feodal ilişkiler de kölelik düzeninin bağrından doğdular. Kolonluğun gelişmesi, köleci üretim biçiminin bunalımını haber veren bir belirtiydi.

Büyük toprak mülkiyeti, küçük köylü işletmelerinin hemen hepsini yutmuştu. Köleler ve kolonlar tarafından işlenen geniş malikâneler (domanies) daha şimdiden, gelecekteki yurtlukların (fiefs) ön biçimlerini gösteriyordu. 4. ve 5. yüzyılda, Roma İmparatorluğunun son döneminde, bu imparatorluğun çeşitli bölgeleri arasındaki ekonomik ilişkiler yavaş yavaş zayıflıyor, siyasal bunalım yoğunlaşıyordu. Bu bunalımın en önemli belirtilerinden biri, Roma İmparatorluğunun Doğu ve Batı İmparatorlukları olarak bölünmesi oldu.[1]

Avrupa’da Cermen, Slav ve Frank toplumlarındaki feodal dönüşümler bazı öznel farklılıklar içerse de feodal ilişkilerin biçimlenmesi, bazı nüanslara rağmen oldukça benzeşiyordu. Feodal sistemin kuruluşu (Yukarı Ortaçağ), Asya ve Afrika ülkelerinde de benzer biçimde gerçekleşti. Feodalitenin açılıp gelişme çağında ise (Aşağı Ortaçağ), merkezi krallıklar kuruldu; kabile savaşlarının yerini ulusal tahakküm aldı, bitip tükenmek bilmeyen savaşlar, Haçlı Seferleri bu döneme başladı.

 

Feodal Üretim İlişkileri

 

Üretim ilişkileri, üretim araçlarının mülkiyet biçimleriyle nitelendirilir. Feodal üretim ilişkilerinin en başta gelen üretim aracı topraktır ve toprağın mülkiyeti ise derebeylerin (vasal) elindedir. Özgür köylülerin elindeki topraklar seyrek rastlanan bir durumdur ve istisnayı oluşturur. Zaten ekilebilir toprakların çoğunluğu feodal beylerin mülkiyetindedir. Sadece toprak değil, üzerinde çalışan insanlar (serf) ve iş aletleri de feodal beylerin mülkiyetindedir. Bu mülkiyet hakkı, doğrudan krala bağlılık ve hizmet karşılığında verilmektedir. Tahsis edilen topraklara  yurtluk (fiefs) deniyor ve toprak tekelinin feodal beylerde bulunması köylülerin bu beylere bağımlılığını getiriyordu. Nitekim giderek topraksızlaşan köylüler serf haline gelmekteydi.  

Serf, toprağa bağlı bir çeşit köleydi ancak köleler gibi köle pazarlarında alınıp satılamıyordu, sahibi tarafından öldürülemiyordu. Toprağın bir parçası gibiydi, toprakla birlikte devredilebiliyor, çalıştığı toprağı asla terk edemiyorlardı. Toprak üzerindeki dolaylı mülkiyet hakkına benzer biçimde serfler, senyörlerin (derebeylerinin) mülkiyetindeydi.[2]

Antik Roma’da bu süreç hayli uzun bir zamana tekabül eder.


 

Bizans Feodalizmi

 

Roma, tarih sahnesine bir site devleti olarak çıkmıştır. Etrüskler İtalya’ya    geldiklerinde, sayıca çok az olmakla birlikte, teknik ve örgütsel üstünlükleri nedeniyle,                                Latium’un çoban ve tarımcı klanlarına kısa sürede egemen oldular. Bir süre sonra site yaşantısının sonucu olarak klan yapısı bozuldu ve aileler özgür hareket etmeye başladı.

Bunun asıl yansıması toprak mülkiyeti konusunda kendini gösterdi. Eskiden klan mülkiyetinde olan topraklar, site mülkiyetine geçmişti. Sitenin devamı için toprakların sürekli işletilmesi zorunluluğu, toprakların aileler arasında paylaştırılması sonucunu doğurdu. Neticede mülkiyeti aile adına ele alan pater familias’ların (aile reisi) ekonomik ve siyasi güçleri büyük ölçüde artarken toprak mülkiyetinden uzak kalan cliens’ler, sitenin en aşağı sınıfını meydana getirdiler. Böylece Roma’nın klasik iki sınıfı, toprak sahibi patrici ve mülksüz pleb’ler halinde ortaya çıktı.

Böylece Eski Roma'da halk, plebler ve patriciler olmak üzere ikiye ayrılırdı. Aşağı halk tabakasından gelenlere Plebler, asillere de patriciler dendi. Plebler birçok haklardan yoksundu. Hatta vatandaşlık hakkına bile sahip değillerdi.[3]

Roma sitesinin başlangıçta sahip olduğu işlenebilir alan oldukça küçüktü. Topraklar her aileye eşit oranda dağıtılıyordu. Bu küçük tarlalardan elde edilen ürün, ancak aile bireylerine yetecek düzeydeydi. Artık vermeyen bu üretim tarzı, Etrüsk krallarını çevre halkların topraklarını ele geçirmek amacıyla savaşmaya sevk etmiştir. Roma sitesinin toprakları fetihlerle genişlerken, eşit oranda dağıtılan toprakların eşit verimlilikte olmaması, bazı işletmelerin iflasına, bazılarının da büyümesine yol açmıştır. Zengin işletmeler, fakir olanlarını ele geçirerek büyüyor, ayrı bir toprak parçası; koloni yahut kolon (colon) halini alıyordu. Savaşların yarattığı uygun ortamda yeni ele geçen topraklar da bu işletmelere katılıyordu. Latifundium adı verilen bu çok büyük tarımsal işletmeler, Roma tarihi boyunca küçük toprak sahibi köylü aleyhine gittikçe güçlenmiş ve sahiplerinin elde ettikleri siyasi imtiyazlarla ekonominin tek hâkimi konumuna gelmişlerdir.[4]

Bu durum, IV.-V. yüzyıldaki ekonomik bunalım devresine kadar büyük toprak sahipleri lehine devam etti. Tam bu aşamada imparatorluğun batı yarısının yaşamı tehlikeye girmeye başladı. İçte kölelerin ve kolonların devlete karşı yoğun devrimci mücadeleleri, dışta ise güçlü barbar baskıları, V. yüzyılın ortasından itibaren imparatorluğa ölümcül bir darbe vurdu. Batı Roma İmparatorluğu 476’da da kesin olarak çöktü. Oysa imparatorluğun doğu yarısı büyük bir canlılık gösteriyordu.[5]

Doğu Roma merkezi otoritesinin büyük arazi mülkiyetine karşı koyuşu, Justinianus (527-565) zamanında bile önemli bir değişim meydana getiremedi. Erken Bizans döneminde kırsal ekonominin hâkim özelliği, büyük hususi malikâne idi. Büyük arazi sahipleri ve onlara bağlı coloni bu dönemin tipik görünüşüydü.

Bizans feodalizmi 7. Yy.’da yeni bir aşamaya girdi; Geç Roma İmparatorluğu dönemini kapandı, klasik tabiriyle Ortaçağ Bizans İmparatorluğu başladı. Doğu’dan İrani güçlerin (Sasaniler) ve Güneyden gelen Arap istilalarının ardından Bizans devleti bir iç yenilenme geçirdi. Roma Mezopotamya’sı, Suriye, Filistin ve Mısır’ın tahıl ambarı Araplara karsı kaybedildi. Fakat yeni sınırlar tarafından zorlanan birçok kısıtlama, Bizans’a daha büyük bir istikrar ve iç birlik sağladı; üzerine bina etmek için yeni ve daha sağlam temeller oluşturdu. İmparatorluğun toplumsal yapısı yenilendi; eyaletlerin idari taksimi, mali düzenlemeler ve ordu teşkilatı yeni bir temel üzerine oturtuldu.[6]


 

Thema-Tımar Sistemi

 

Bizans feodalizminin bu yeni uygulaması, İmparator Heraclius’un (575 - 641) thema sistemi idi. Osmanlı’da Dirlik-Tımar Sistemi adıyla uygulanacak olan bu sistem, güçlü bir toprak rejimi ve askeri yapılanmayı beraberinde getirdi.   

Düşman işgaline uğramamış olan Anadolu arazisi askeri bölgelere, yani thema denen idari birimlere taksim edildi ve bu suretle ortaçağ Bizans devletinin eyalet idaresine yüzyıllar boyunca damgasını vuracak olan bir sistemin temeli atıldı. Thema'lar düzeni Diokletianus - Konstantinos nizamına son verip, eksarhlıkların organize edilmesiyle başlayan gelişmenin devamı olmuştur.

Eksarhlıklar, Konstantinopolis'ten uzak vilayetleri yönetmek için genişletilmiş yetkilerle donatılmış valilerdir. Askeri operasyonlarda da bulunma yetkisine sahiptir.

Ravenna ve Kartaca eksarhlıkları gibi Anadolu thema'ları da, tamamıyla askeri mahiyette idare birlikleridir. Thema'ların başında, bölgelerinde en yüksek askeri ve sivil kudretleri uygulayan strategos'lar bulunmaktadır. Thema'lar organizasyonu elbette uzun süren bir oluşumu gerektirmiş ve ancak yavaş yavaş son seklini almıştır. Önceki eyalet taksimatı thema'ların kuruluşu ile doğrudan doğruya kaldırılmış değildi; eski eyaletler uzunca bir süre thema'lar içinde varlıklarını korudular ve thema strategos’larının yanında ilk planda sivil idarenin şefi sıfatıyla thema'lar prokonsül’ü yer aldı. Ancak daha başlangıçtan itibaren strategos mevki bakımından üstündü.[7]

Ancak sistem IX. yüzyıl başından itibaren tekrar büyük toprak mülkiyeti lehine zayıflamaya başladı. Özgür köylü sınıfın küçülmesi ve geniş  malikânelerin gelişimi X. ve XI. yüzyıl Bizans feodalizminin karakteristik özelliğini oluşturmaktaydı.[8]

Büyük arazi sahibi aristokrasi IX. – X. yüzyıldaki mücadeleden galip çıktı. Ancak bu sınıfın hangi kısmı egemen olacaktı? Sivil-memur aristokrasi mi, askeri soylular mı? Aslında daha kuvvetli olmakla beraber II. Basileios tarafından hırpalanmış olan, eyaletlerdeki askeri aristokrasi ikinci plana düştü ve yönetimi Konstantinopolis’in sivil aristokrasisi ele geçirdi.[9]

Doğu Roma toplumunda serfler toplumun üretici güçleriydi. İmparatorluk toprağını işleyen, süren ve ürünü kaldıran onlardı. Ancak toprağın ve ürünün sahibi değillerdi. Toprağın sahibi, toprakları yurtluk olarak alan senyörlerdi. Ürünün bir kısmını, hayatlarını sürdürebilmeleri için serflere bırakıyorlar, geri kalanına el koyuyorlardı.

Doğu Roma  feodal sisteminde merkezi krallık ve derebeylik yanında bir başka kurumun daha önemli bir işlevi vardı. Bu kurum kiliselerdi.

 

Devam edecek: Bizans Feodalizmi ve Hristiyanlık.

10.09.2025, Ünye Kent

 

 

Kaynaklar:

­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­

Zubritski, 1980. İlkel Topluluk, Köleci Toplum, Feodal Toplum, Sol Yay.

Bloch, Marc. 2021, Feodal Toplum, Çev. M. Ali Kılıçbay, Doğu Batı Yay.

Livius, Titus. 1992, Roma Tarihi, Kitap I, Arkeoloji ve Sanat Yay.

Kılıçbay, Mehmet Ali. 1982, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Gazi Üniversitesi Yay.

Levtchenko, M. V. 1999, Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi, Özne Yay.

Ostrogorsky, Georg. 2019, Bizans Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yay.


Dipnot:

[1] Zubritski, 1980; 149-150

[2] Bloch, 2021; 327

[3] Livius, 1992; 34

[4] Kılıçbay, 1982; 9

[5] Levtchenko, 1999; 12

[6] Ostrogorsky, 2019; 149-151

[7] Ostrogorsky, 2019; 89-90

[8] Kılıçbay, 1982; 148

[9] Ostrogorsky, 2019; 297

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder