29 Ekim 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - VII (Patristik ve Skolastik Felsefe, Kiliselerin Ayrışması)

 


Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - VII

(Patristik ve Skolastik Felsefe, Kiliselerin Ayrışması)

 

Hristiyan felsefesi, Hristiyanlık dininin ortaya çıkışıyla başlayan ve 15. yüzyıla kadar geçen sürede Batı felsefesi için kullanılan bir adlandırmadır. Hristiyanlık, yayılma sürecinde bazı felsefi görüşlerle karşı karşıya gelmiştir. Hristiyan dinine karşı yapılan eleştirileri savunmak adına bu din içinden bazı filozoflar çıkmıştır. Bu filozofların felsefesi, apoloji (savunma) olarak bilinir. Bu savunma felsefesi, ilk zamanlarda “putperestlik” yahut bazı felsefi görüşlere karşı yapılsa da zamanla dini açıklama felsefesine dönüşmüştür.

Dinî inanç ile felsefi düşüncelerin kaynaşması yaşanmış ve felsefenin tüm alanlarında din etkili olmaya başlamıştır. Bu etkinin olumsuz yansımaları da olmuştur. Felsefeye karşı alınan bu tutumdan dolayı bu dönemde felsefenin yanında bilim de dışlanmıştır. Felsefe ve bilim merkezleri bir bir kapatılmıştır. Hristiyan düşüncesine zarar verdiği gerekçesiyle 6. yüzyılda Yunan Akademisi de kapatılmıştır. Dinî inanç ile felsefi düşüncelerin kaynaşması yaşanmış ve felsefenin tüm alanlarında din etkili olmaya başlamıştır.

Bu dönemde temel olarak inancın bilgiyi mümkün kıldığı düşünülür. Amaç yeni bilgiler oluşturmak değil, kutsal olanı anlamaya çalışmaktır. Uzun bir zamana (ortalama olarak bin yıl) denk gelen Hristiyan felsefesi, Patristik ve Skolastik felsefe olarak iki temel dönemle sınıflandırılır.


 

Patristik Felsefe

 

Patristik Dönem, MS 2-MS 8. yüzyıl arasında kalan ilk dönem Hristiyan felsefesidir. Bu dönem Hristiyan filozofları aynı zamanda din adamlarıdır. Tertullian, Cellemens ve Augustinus, bunların önde gelenleridir ve “Kilise Babaları” olarak da adlandırılırlar. İsmini bu adlandırmadan alan Patristik Dönem’de özellikle Augustinus’un izlediği akılla dini açıklama yolu, inancın temel öğretisi hâline gelmiştir.

Patristik felsefe, Hristiyanlık öğretisini meydana çıkarmak, bu öğretiyi felsefenin kavramsal araçlarını kullanarak temellendirmek ve bu amaçla onu putperestlerin saldırılarına karşı korumak yönündeki çabalardan oluşur.

Hristiyanlığa karşı yapılan saldırıları, Platon’un ve Plotinos’un görüşlerinden yola çıkarak karşılamaya çalışır.

Kilise'nin ileri gelenleri Ortaçağ’da “aziz" (Sanctus, Saint) sayılmış ve girişimleri “Patristik Felsefe" (ya da "Kilise Babaları"nın öğretisi) olarak kabul görmüştü.

Patristik felsefe bağlamında, Augustinus'tan önce dikkatleri çeken bir diğer düşünür, Kilise'nin ilk tarihçisi olarak kabul edilen Caeserea piskoposu Eusebios'tur (263-339) . İmparator Constantinus'un ve Hristiyan Roma İmparatorluğu'nun ilk ve en önde gelen savunucusu olan Eusebios, "bir bilgin, kronikçi ve Kilise tarihçisi olarak, Constantinus'un saltanatını, insanlık tarihinin doruk noktalarından biri, Eski Ahit'teki kehanetlerin gerçekleşmesi olarak" görmüştü.

Eusebios’un görüşü Ortodoks Kilisesince benimsenmiştir.

Patristik düşüncenin en ünlü ismi, Ambrosius'un öğrencisi ve onun etkisi altında Hristiyanlığı seçmiş olan Augustinus ise (354-430), Kilise Babaları'nın düşüncelerinde görülen antik felsefenin kavramlarıyla Hıristiyanlığı felsefi olarak temellendirme girişimlerinden en sistematik olanını ortaya koymuştur.

Augustinus’un "Tanrı Devleti" kavramı Katolik kilisesinin temel öğretisi olmuştur.


 

Skolastik Felsefe

 

Skolastik Dönem, 8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar olan ikinci dönem Hristiyan felsefesidir. Skolastik ismi, Hristiyanlığın öğretilmesi için bu dönemdeki okullaşma hareketinden gelir. Skolastik “okul yolu” veya “okullaşma” anlamlarına gelir. Anselmus, Thomas Aquinas ve Ockhamlı William bu dönemin önde gelen filozoflarındandır.

Skolastik Dönem’de felsefenin eğitim alanına taşınması birçok öğrencinin dinî eğitim alarak Hristiyanlığı hızla yaymalarına neden olmuştur.

Bologna ve Oxford üniversiteleri bu dönemde kurulan ve bu geleneğin öncüsü olan yerlerdir. Skolastik Felsefe, Hristiyan kilisesinin temel inançlarını Aristoteles bilim ve felsefesine dayanarak temellendirme çabasından meydana gelir. Aristoteles, bu dönemin tek otoritesidir. Eleştiri ve araştırmaya kapalı bir felsefedir. Belli bir konuyu incelemek demek, o konuda Aristoteles’in ne yazdığını okumak demektir. Daha da derin bir inceleme, Thomas Aquinas’ın Aristoteles’in bu yazısı üzerine yazmış olduğu eseri okumak anlamına gelir.[1]


 

Kiliselerin Ayrışması; Ortodoks ve Katolik İnancı

 

  Katolikler ve Ortodokslar iki ana Hristiyanlık mezhepleridir. Temel prensip Hristiyanlık olmak üzere aralarında farklılıklar bulunur. Her iki mezhep de kendilerine Ortodoks Hristiyan demekteyse de Ortodoksluk Doğu Kiliselerine özgüdür. Batı ise, Katolik kiliseleri barındırır. Her iki ana mezhep, kendi aralarında farklı mezheplere bölünmüştür. 

Hristiyan dünyası 1054 yılında Doğu ve Batı kiliseleri olarak resmen ikiye ayrılmıştır. Katolik ayinleri Latince, Ortodoks ayinleri Yunanca yapılır. Ayrışma, daha önceki yıllarda başlamış olsa da resmileşmesi 1054 yılına rastlar ve Dördüncü Haçlı Seferiyle çatışmaya dönüşür.

Dördüncü Haçlı Seferi, 1202-1204 yılları arasında gerçekleşen ve Papa III. Innocentius çağrısıyla düzenlenen bir Latin Hristiyan seferiydi. Seferin amacı, başlangıçta Mısır'a hâkim olan güçlü Eyyubi Sultanlığını yenerek Müslümanların kontrolündeki Kudüs şehrini yeniden ele geçirmek olsa da, Ortodoks kilisesinin merkezi Konstantinopolis’i ele geçirip yağmalamakla yetindiler.

Büyük bir Haçlı ordusu, Ağustos 1203'te Konstantinopolis’i kuşattı. Ardından Aleksios ortak imparator olarak taç giydi. Ancak Ocak 1204'te bir halk ayaklanmasıyla tahttan indirildi ve Haçlıları vaat edilen ödülü ödemelerinden mahrum bıraktı. Aleksios'un 8 Şubat'ta öldürülmesinin ardından Haçlılar şehrin tamamını ele geçirdi. Nisan 1204'te Kostantinopolis’in muazzam zenginliğini ele geçirip yağmaladılar. Bundan sonra sadece bir avuç Haçlı Kutsal Topraklara gitmeye devam etti.

Konstantinopolis'in fethini Bizans İmparatorluğu'nun İznik, Trabzon ve Epir merkezli üç devlete bölünmesi izledi. Haçlılar daha sonra eski Roma topraklarında Frankokrasi olarak bilinen ve büyük ölçüde Konstantinopolis Latin İmparatorluğu'na bağlı olan birkaç yeni Haçlı devleti kurdular. Latin Haçlı devletlerinin varlığı, Bizans'ın ardılı olan devletler ve Bulgar İmparatorluğu ile hemen savaşa yol açtı. İznik İmparatorluğu sonunda Konstantinopolis'i geri aldı ve Temmuz 1261'de Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurdu.

Dördüncü Haçlı Seferiyle başlayan Konstantinopolis'in 60 yıllık işgal süreci hem Bizans için hem de Ortodoks-Katolik ayrımı için önemli sonuçlar doğurdu. Mezhepsel bölünmeler devam etti ve kiliselerin ayrışma süreci hızlandı.

 

Katolik Ve Ortodoks Farkı

 

Ortodokslarda halk idarede yer almaktadır. Patrik ve Baş Piskopos halk arasından seçilmektedir. Ancak bu kural Türkiye’de uygulanmamaktadır.

Katoliklerde atama yukardan aşağıya yapılmaktadır.

Katoliklerde Rahiplerin evlenmesi yasakken, Ortodokslarda Rahip evlenebilmektedir.

Katoliklerde vaftiz uygulaması su serperek yapılırken, Ortodokslarda ise tamamen suya daldırılarak vaftiz yapılmaktadır.

Katolikler İsa’nın doğumunu 25 Aralık olarak kutlarken, Ortodokslar 6 Ocak’ta kutlamaktadır.

Ortodoks ve Protestanlar Tanrı’ya affedici gözüyle bakar, Hz. İsa’nın affediciliği ön planda tutulur. Katolikler de ise, Hukuku esas alır. Tanrı, adildir. Doğru-yanlışı ayırt ederek gerektiğinde cezalandırandır.

Ortodokslarda kutsal Ruh sadece Baba’dan İsa aracılığıyla çıktığına inanılır. Katoliklerde ise hem Baba hem Oğul’dan çıktığına inanılır.

Katolikler Papa’nın Tanrı’yı temsil ettiğine, hatadan muafiyetine inanır. Ortodokslar ise karşı çıkarak, Peygamberlerin dahi hata yapabileceğine inanır.


 

Patristik Dönemde Akıl ve İnanç

 

Patristik dönemde inanç akla üstün tutulmuş olup, bilme sürecinde ilk koşul olarak inancı işaret etmektedir.

Tertullian: “Akıl almaz (saçma) olduğu için inanıyorum. ”

Clemens: “Anlamak için inanıyorum.” yargısıyla Tertullian’u eleştirmiştir.

Agustinus: Akılla inancı temellendirmeye çalışmış ve inancın akıldan önce geldiğini söyleyerek “Anlamak için inanıyorum.” yargısına katılmıştır.

 

Skolastik Dönemde Akıl ve İnanç

 

Skolastik Dönem’de Aristoteles’in etkisiyle inanç ile akıl arasındaki ilişkide ilk döneme göre aklın önemi artmış ve Hristiyan dininin bilgisi, sistemli olarak öğretilmeye çalışılmıştır. Bu açıdan akıl, inancın temellendirilmesi ve sistemli olarak öğretilmesi için kullanılmıştır. Ayrıca Skolastik Dönemi'n sonlarına doğru akıl ve inancın ayrı alanlar olduğu görüşlerine de rastlanılır.

Anselmus: “Anlamak için inanıyorum.” yargısına katılır ve inancı akıl ile temellendirmeye çalışır.

Aquinolu Thomas: “Anlamak için inanıyorum.” yargısını “İnanayım diye biliyorum.” yargısına dönüştürür. Bununla inanç ve aklın birbirinden ayrı iki bilgi alanına ait olduğunu ama bunun aralarında bir ilişki olmadığı anlamına gelmediğini ve akılla, inanç alanına ait bazı bilgilerin bilinmesinin zor olduğunu anlatmaktadır.

Ockhamlı William: İnanç ile aklın birbirinden bağımsız iki ayrı alan olduğunu belirterek inancın akla, aklın da inanca müdahalesine karşı çıkmıştır. Bu yaklaşımlar sonrasında Skolastik felsefe çözülmeye başlamış ve Rönesans’a zemin hazırlanmıştır.

 

Devam edecek: Rönesans, Doğa Felsefesi ve Hristiyan Çileciliği

 

Kaynaklar:

 

Gökberk, Macit. 2013, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi,

Yılmaz, Temel, 2019-2020, Felsefe Dersleri, 11. Sınıf MEB Yay.

Batuk, Cengiz. 2006, Pavlus'u Düşünmek, Ankara Okulu Yay.

Tanilli, Server, 1986, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, c. II, Say Yay.

 

 

29.10.2025, Ünye Kent

 

 

 

Dipnot:

[1] Yılmaz, 2019-2020;

22 Ekim 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - VI (Hristiyan Felsefesi, Aristoteles ve Platon)

 


Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - VI

(Hristiyan Felsefesi, Aristoteles ve Platon)

 

Doğu Roma İmparatorluğu yahut çok doğru olmayan adıyla Bizans, birçok kurum geleneğini öncülü Romaya öykünerek oluşturduğu gibi, felsefi yapısını da bu temel üzerinde kurmuştur. Felsefi olarak Hristiyan teolojisine dayanan Bizans düşünce yapısı, Eski Yunan felsefesinin, özellikle de Platon'un ve Aristoteles'in kavramlarının çizdiği bir çerçeveye sahiptir.

Bu dönem düşüncesi, Platon ve Aristoteles'in devlet görüşlerinden hareket ederek, onların fikirlerini Hristiyanlıkla uzlaştırmıştır.[1]


 

Hristiyan Felsefesinin Temelleri

 

Hristiyanlığın Eski Helen kültürüyle buluşmasından önceki konusu, Tanrı ile Hz. İsa arasındaki ilişkinin niteliği üzerineydi. İskenderiyeli rahip Arius'un (250-336) görüşüne göre Hz. İsa, insanüstü bir varlıktı ama Tanrı değildi. Oğul (İsa) ile Baba (Tanrı) aynı özü taşımıyorlardı: Baba, ezeli ve ebedi, hakiki Tanrı'ydı; Oğul İsa ise güçlü kutsal tarafı olan bir insandı. Bir diğer deyişle Arius, İsa’nın bütünüyle kutsal olmadığını, tam ve mutlak kutsallığın Tanrı'da olduğunu, dolayısıyla Tanrı'nın (Baba'nın) İsa’dan (Oğul'dan) "üstün" olduğunu ileri sürüyordu. (Zeus’la Herakles gibi.)

Karşı görüş ise, Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesine (Trinitas) dayanıyor ve bu üçleme içinde hepsinin "bir"liğini kabul ediyordu. Roma ülkesindeki tüm piskoposlar Nicaea’da (İznik) bir araya geldiler. İznik Konsili (MS. 325) adıyla bilinen bu görüşmede Arius'un görüşleri reddedildi. Arius'un görüşleri Ariusçuluk (Arianism) adıyla taraftar bulsa da zamanla ortadan kayboldu.


 

 Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesi (Trinitas)

 

Teslis, Kutsal Üçleme ya da Üçlü Birlik, tek olan Tanrı'nın Kutsal Kitap'ta kendisini bildirdiği her biri eşit yücelikte, özünde tek, ezeli ve ebedi olan üç benliğini konu edinen ve Hristiyan kiliselerinin çoğunluğu tarafından inanılan ana akım Hristiyan dininin merkezindeki inanç esasıdır.

Yeni Ahit’in içerisinde yer alan dört İncil’in Hz. İsa hakkındaki görüşleri de birbirlerinden farklıdır. Prof. Dr. Bart Ehrman’a göre en erken İnciller olan Matta, Markos ve Luka İncilleri İsa’yı yaratılmamış ve Baba Tanrı ile eşit bir tanrı olarak görmez. Sadece en son yazılan İncil olan Yuhanna İncili İsa’yı Baba Tanrı ile eşit ve yaratılmamış, yani ezelden beri var olan bir tanrı olarak tanımlar.[2]

Diğer konu, İsa'nın kutsal ve insani nitelikleri arasındaki ilişki hakkındaydı. Bir kesim Hıristiyan İsa’nın insani yanını esas alıp büyük bir ahlakçı olduğunu ileri sürmüş, kutsallığı daha çok Tanrı'ya ait bir nitelik olarak görmüşlerdir. Diğer kesim İsa'nın insani niteliklerinin kutsallığı içinde eridiğini ve İsa'nın tek bir kutsal kişilik olduğunu ileri sürmektedirler.

MS. 451 'de toplanan Chalcedon [Kadıköy] Konseyi, İsa'nın hakiki anlamda Tanrı ve hakiki anlamda insan olduğunu ve bu iki niteliğin onun kişiliğinde "bir"leştiği görüşünü benimsedi.

Bunun dışındaki görüşler, birinci tartışma konusundaki Ariusçuluk gibi, "sapkın" (heretik) olarak ilan edilse de Ortaçağ’a damgasını vuran Hristiyan felsefesi, kökeni itibariyle günümüzde bile tartışılan bir konu oldu.


 

Aristoteles ve Platon

 

Bizans Hristiyan felsefesi büyük oranda Hellenistik felsefeye dayanır. Helenistik Dönem felsefesi ise, Büyük İskender’in hocası Aristoteles tarafından biçimlendirilmiştir.

Aristoteles'in yer ve gök varlıkları arasında yaptığı ayrım, Orta Çağ Hristiyan dünya görüşü tarafından da benimsenmiştir. Buna göre yer varlıkları, toprak, hava, su ve ateşten yani dört unsurdan oluşuyordu. Buna karşılık gök varlıkları, sahip oldukları beşinci unsur olan "ether" sayesinde, bu değişim ve bozulmalardan korunmuşlardır. Bu düşünce, toplumun eşit olmayan ve hiyerarşik tabakalardan meydana geldiği yolundaki Orta Çağ anlayışını desteklemektedir.

Yine Orta Çağ siyasî düşüncesinin dayandığı bir diğer temel de Roma'nın hukuki ve siyasî kurumlarıdır. Bu noktalar göz önüne alındığında, Orta Çağ siyasî düşüncesini temsil eden birçok düşünürün görüşleri, polis ya da kent devleti bağlamında geliştirilmiş kavramların, Hristiyanlığı temellendirmek üzere, başka bir tarihsel-toplumsal örgütlenme tarzı içinde yeniden yoğrulmasını içermektedir.[3]

 

Yeni Platonculuk

 

Yeni-Platonculuk veya Neoplatonizm, Plotinus'un çalışmalarıyla başlayıp İmparator Justinianus'un MS 529'da Platon Akademisi'ni kapatmasıyla sona eren Platoncu felsefe dönemini belirtmek için kullanılan modern bir terimdir.

Genellikle 'mistik' veya dini nitelikte olarak tanımlanan bu Platonculuk türü, “Akademik Platonculuk” ana akımının dışında gelişmiştir. Yeni-Platonculuğun kökenleri, Gnostisizm ve Hermetik gelenek gibi hareket ve düşünce okullarını doğuran Helenistik senkretizm dönemine kadar izlenebilir.[4]

3. Yüzyıl’ın büyük düşünürü ve Yeni-Platonculuğun 'kurucusu' kabul edilen Plotinus, ilerici Hristiyan ve Gnostik fikirlerin geleneksel Platoncu felsefeyle muhteşem sentezinden sorumludur.[5]

Orta Çağ düşüncesi, ağırlıklı olarak Hıristiyanlık dininin etkisi altındadır ve bu nedenle de Hıristiyanlık bağlamındaki teoloji tartışmalarının yönlendirici izlerini taşımaktadır. Hıristiyanlığın bu etkisi ise, Hıristiyanlık öncesi Eski Yunan felsefesinin, özellikle de (Orta Çağ'ın ilk evrelerinde etkili olan Yeni-platonculuk akımında ve Augustinus'ta görüldüğü gibi) Platon'un ve (XIII. Yüzyılda "Aristotelesçi devrim" diye anılan görüşlerin ortaya çıkışında ve Aquinum'lu Thomas'ta örneklendiği gibi) Aristoteles’in kavramlarının çizdiği bir çerçeveye sahiptir.


 

Aquinoslu Thomas (1225 - 1274)

 

Napoli yakınlarında bir şatoda, Aquinum kontunun oğlu olarak doğdu. Orta Çağ siyasal düşüncesinin en büyük isimlerindendir. Aquinum'lu Thomas, dünyevi iktidar sahibi kralın yasayla bağlı bir yönetim sürdürmesinin gerekliliğini, yasasız yönetim anlamında tiranlığın olumsuzlanmasını bütünlüklü ve sistematik bir felsefe içinde yeniden işlemiştir.

Ortaçağ’ın önde gelen Hıristiyan filozoflarından biri olan Aquinoslu Thomas, bilginin imkân dâhilinde olduğunu ve bilgilenmenin de başta duyular olmak üzere akıl, haber ve sezgi ile gerçekleştiğini ifade etmektedir. Bilginin imkânını kabul eden Thomas, bilginin değerini de tartışmıştır. Ona göre bilginin değeri, bilginin zatına ait değer olan “doğruluk” ve bilginin özneye kattığı değer olan “yetkinlik” ile bağlantılıdır. Thomas, kişinin edindiği bilgi vasıtasıyla yetkinleşebileceğini ve bu sayede gerçek mutluluğa ulaşabileceğini söylemektedir.[6]

12, Yüzyıl’da başlayan "uyanış", Aquinum'lu Thomas zamanında Hıristiyan teolojisinin "Aristotelesçi" temellere oturtulması gibi bir oluşumla sonuçlanır. Hıristiyanlığın Platon ağırlıklı felsefi çerçeveden çıkıp Aristotelesçiliğe geçmesi, sadece saf anlamıyla teolojik bir tartışma olmanın çok ötesinde, pratik ve siyasal önemi bulunan bir yeniliktir. Bu yenilik, "akıl" ve "vahiy" arasındaki ilişkinin kurulması bakımından taşıdığı teolojik anlam, Thomas'ın Aristotelesçiliği bütünsel bir Hıristiyanlık yorumu haline getirmedeki başarısı ve bu gelişmelerin pratik siyasal önemi de göz önünde tutularak, kimi zaman bir "devrim" diye de nitelendirilmektedir.

Aquinas, Hristiyanlığa kalıcı bir entelektüel temel kazandırdı. Aristoteles ve teolojiyi sentezleyerek üniversiteleri, kilise hukukunu ve ahlak felsefesini şekillendirdi. Vizyonu Katolik düşüncesine rehberlik etti, Protestan reformcuları etkiledi ve hatta seküler siyaset teorisine bile girdi.

Akıl ve inancın bir arada var olabileceğini göstererek Aquinas, Batı medeniyetine yüzyıllar süren değişimlerden sağ çıkabilecek bir çerçeve sunmuştur.

Aquinoslu Thomas’ın felsefesi sayesinde Batı toplumları, Erken Ortaçağ’ın karanlık dünyasına rağmen müspet bilimlere yönelebilmiş ve Aydınlanma Çağı’nı yaşamıştır.

 

Devam edecek: Patristik Felsefe ve Hristiyan Çileciliği

 

Kaynaklar:

 

Aristoteles, Metafizik, 1996; (Çev.: Ahmet Arslan) Sosyal Yayınları, İstanbul,

Ehrman, Bart. 2021, The Bart Ehrman Blog

Özek, Çetin. 1968, Devlet ve Din, Ada Yayınları.

Ağaoğulları, M. Ali - Köker, Levent, 1991, İmparatorluktan Tanrı Devletine, İmge Kitabevi

Büyük, Celal. 2004, Orta Çağ Batı Düşüncesinde Hıristiyanlık-Siyaset İlişkisine Genel Bir Bakış, Dini Araştırmalar, Dergi Park, Cilt: 7 Sayı: 19

Hançerlioğlu, Orhan, 2019, Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi

Yıldız, Metin. 2007, Aquinoslu Thomas’ın Bilgi Teorisi, Erciyes Üniv. Yüksek Lisans Tezi

 

22.10.2025, Ünye Kent


Dipnot:

[1] Özek, 1968; 42

[2] Ehrman, 2021; 28.02.2021

[3] Ağaoğulları- Köker, 1991; 79

[4] Gnostik; sezgi veya tefekkür yoluyla edinilebilen bilgidir. Hermetik, Rönesans döneminde tek ve gerçek bir teolojinin Tanrı tarafından en eski insanlara verildiğini ve bunun izlerinin hala çeşitli antik düşünce sistemlerinde bulunabileceğini iddia eden "antik teoloji" kavramıdır. Hermes Trismegistus'a atfedilen öğretilere dayanan felsefi ve dini bir gelenektir.

[5] Edward Moore, St. Elias Ortodoks İlahiyat Okulu, ABD

[6] Yıldız, 2007; 55

15 Ekim 2025 Çarşamba

Kıyılar Halkındır

 


Kıyılar Halkındır

 

Ordu Büyükşehir Belediyesi Başkanıyla randevuya giderken, belediye binasının hemen sağında bir pano ilişti gözüme:

Kıyılar Halkındır!”

Besbelli ikinci dönemini icra eden Başkan Hilmi Güler’in zamanında dikildi bu pano ve sıkça kullanılan bir ilke söz (motto) halini aldı.

Bu sözü sloganlaştırmanın nedeni, daha önceki Başkan Enver Yılmaz döneminde cereyan eden kıyı icraatlarıydı.

Belki de Sn. Yılmaz’ın görev süresi bitmeden açığa alınmasının en önemli nedenlerinden biriydi bölgemizdeki kıyı sorunu.

Kim ne derse desin, haklı ve güzel bir slogan:

Kıyılar Halkındır!

Hassasiyeti bu şekilde belirttikten sonra esas meseleye geçelim.







 

Başkanla Buluşma

 

Nihayet Yalı Kumsalı’na dökülen moloz durdurulmuş, Başkan’la randevuyu bekliyorduk. Ordu’da olmadığı için ertelendi. Orduya gelince de Meclis toplantısına katılacağı için bir sonraki güne ertelendi.

Haftanın son günü Ordu’daydık.

Yirmi kişiden oluşan Ünye Çevre Gönüllüsü bir grup olarak Ordu Büyükşehir Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler bizi oldukça samimi karşıladı. Tek tek elimizi sıkarak “Hoş geldiniz!” dedi. Her birimizi ismi ve konumuyla birlikte tanımaya çalıştı.

Kendini “Ünyeli” olarak tanıttı.

Bizim de Ünye Tarih Araştırma Grubu olarak Sn. Ahmet Kabayel’le yaptığımız yerel çalışmalarda başvuru kaynağımız olan, Ünye adına yazılmış ilk eser “Resimli Ünye Rehberi”nin müellifi Bahaddin Güler’in oğlu olduğunu belirtti. 

“Ben Ünyeliyim, Ünye için kötü ve yanlış bir şey yapmam!” dedi.

Dünkü Meclis toplantısında Yalı Projesi’ni durdurduğunu belirterek, bu konuda buraya boşuna zahmet ettiğimizi belirtti.

Özetle, siz istediğiniz için değil, biz öyle uygun gördüğümüzden durdurduk demeye getiriyor. Bir de böyle görelim, bekleyelim…

Oysa kendisinden günler önce randevu talebinde bulunmuştuk.

Gittiğimiz gün bile görüşüp görüşmeyeceğimiz netleşmemişti.

 

68 Kuşağından Bir ODTÜ’lü

 

Kendisini böyle tanımlıyor Sn. Başkan; “Biz 68 kuşağıyız!” diyor.

Çevreye ne kadar duyarlı olduklarını çeşitli dokümanlarla destekleyerek anlatıyor.

Ünye Çamlığını kendisini kurtardığını, Ordu sahiline dikilmek istenen gökdelenleri yıktırdığını, bataklık alanı kurutarak nasıl park yaptıklarını anlatıyor.

“Ünye dünyanın en güzel şehirlerinden biri değil, dünyanın en güzel şehridir!” diyor.

“Ben Ünye’ye kötü bir şey yapmam, yaptırmam”la bağlıyor cümlelerinin sonunu…

Buna karşılık Ünye’den gelenlerin meramını dinleme yanlısı değil.

Kumsala beton dökme, moloz yığma muhabbetine hiç girmiyor.

Şimdilik durdurduk, bekleyip göreceğiz demekle yetiniyor.

Aynı tavrı Çamlık eylemleri sonrası eski Başkan Sn. Yılmaz’da da görmüştük.

Ne kadar benziyorlar birbirlerine, “Makamda devamlılık esastır!” dedirtecek kadar.

 

Bekleyip Ne Göreceğiz?

 

Yılı Kumsalında yaşanacak bir olumsuzluğu bekleyeceğiz anlaşılan.

Birinin ayağı kaysa “Bak diyecekler, bize izin vermediler böyle oldu!”

Çamlığı bir süre kaderine terk ettikleri gibi, kumsalı da kendi haline bırakacaklar.

Oysa elimizde son kalan bu koy, ilgi bekliyor.

İş makinaları ve molozlarla Ünye Yalı Kumsalı.

Tabakhane Deresinin Denize Döküldüğü Alan. 
Çözüm bekleyen yerlerden biri.

Ünye Çevre Platformundan 
Yalı Sahili Temizlik Kampanyası

Akşamın Yorgunluğunda Ünye Yalı Kumsalı.

 

Yalı Sahilinde Ne Yapılmalı?

 

Öncelikle kendisini sığlaştıran, daraltan etkenler ortadan kaldırılmalıdır.

Dolgu alanlarının ve ticari işletmelerin körfeze olumsuz etkileri giderilmeli, hali hazırdaki olumsuzluklar son bulmalıdır.

Ticari amaçla sahile kalıcı yerleşen işletmeler ve onların oturma grupları olmamalıdır.

Evet, öncelikle denizin doldurulmasının önüne geçilmelidir.

İyice sığlaşan ve daralan Ünye körfezi kurtarılmalıdır.

Gerekirse körfezi oluşturan denizden kum alınmalı, İzmir Körfezi gibi kurtarma çalışmasına gidilmelidir.

Sahil, dere bakslarından temizlenmelidir.

Sahile akan atık suların körfeze akışı, birbirine bağlanan bir sistemle engellenmelidir.

Tabakhane deresinin alüvyonlarına çözüm bulunmalıdır.

Özetle: Yalı Kumsalı ve Ünye Körfezi’ne belediyeler ilgi göstermelidir.

Kıyıdaki çöpler temizlenmeli, taşından otundan arındırılmalı, kıyılar çiçeklendirilmeli, ışıklandırılmalı ve güvenliği sağlanmalıdır.

Sahile güzellik veren kayıklar düzenli bırakılmalı, sahipleri kıyılarımıza duyarlı olmalıdır.

Çirkin görüntü oluşturan barakalardan, rasgele konulmuş prefabrik yapılardan Yalı kumsalı arındırılmalıdır.

 

Bunların her biri kamu görevidir. Kamu kuruluşu olarak en büyük görev belediyelere düşüyor. Beklemeden yapılmalı, bir an önce harekete geçilmelidir.

 

Bize Düşen Görev

 

Yalı kumsalını, Ünye tarihini, manyetik kumunu, doğal güzelliklerini yaşatmak isteyen Ünye sevdalıları olarak bu duyarlığın devam etmesi gerekiyor.

Asla pes etmemeli, buraya kadar deyip işin ucu bırakmamalı.

Ünye, Karadeniz’i temsil eden kıyı kasabalarının eldeki son numunesidir.

Yalı sahili Ünye’nin elimizde kalan son karakteristik öğesidir.

Olduğu gibi kalmalı, korunmalıdır.

 

Koruma Önlemleri ve Örnekler

 

Günümüzde taşınmaz kültür varlıkları olarak sadece tarihi yapılar; evler, köprüler, değirmenler yahut anıt ağaçlar gelmiyor.

Bazen kentin bir bölümü, kente ait karakteristik kümeler yahut kenti oluşturan ana mekânların korunması yoluna gidiliyor.

Hatta daha ileri giderek, bazı kentler tümüyle koruma altına alınabiliyor.

Örneğin İtalya’nın göbeğinde Floransa kenti bütünüyle korunmuş, Rönesans’ın doğuşuna tanıklık eden haliyle kalmıştır.

Roma’nın ise modern kent yapılanması merkezden uzaklaştırılmış, tarihi yapıların olduğu bölüm İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana korunagelmiştir.

Sadece tarihi yapılar değil, turistik yanıyla birçok İtalya, Fransa ve İspanya kenti sahilleri doğal koruma alanlarıdır.

Ünye Yalı Sahili tescillenerek, doğal koruma alanı yapılamaz mı?

 

Biz yaptık oldu zihniyeti, icra ekipleri ve makamlar gelip geçicidir.

Yarına kalacak olan Ünye Yalı kumsalıdır…

Kalıcı olan biziz!

 

Önemli Not: Sahil Koruma konusunda en etkili isim, değerli hemşerimiz Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’dır. Alanında uluslararası bir uzmandır. Sadece tarihi eserler değil kentler de koruma altına alınabiliyor. En azından elde kalan kısmıyla.

 

15.10.2025,Ünye Kent